DÜŞ/MÜŞÜMCan gözüyle göremem, yüzüne hasret kaldım, Gönülden sevdalanıp, peçesine düşmüşüm. Bülbüllerden ilhamlar, güllerden koku aldım, Bu yan ile o yanın, geçesine düşmüşüm. Gerçi kıldan çok ince, ovalardan genişte, Kılıçtan keskin olan, menziline erişte, Kaçıncı yol uğrağım? Ve kaçıncı geçişte, Sırat denen köprünün, gişesine düşmüşüm, Bu köprüden geçmenin, bedeli “can” denildi, Oysa can benden gitti, beden çoktan yenildi, Belki maksat can almak, beden yormak değildi, Beklide hiç bilmeden, hilesine düşmüşüm. İncitse de incinmem, O bir aşkı Rüveyda, Üstünde örtüsü yok, ayan açık hüveyda, Anlatması ne mümkün? Anlaşılmaz bir sevda, Sefasını sürmeden, çilesine düşmüşüm. Mecnun gibi; çöllerde, biz Leyla’yı anarken, Ferhat gibi dağ yarıp, Kerem gibi yanarken, Her tarafta, her yerde, sevgiliyi ararken, Aşk denen cehennemin, köşesine düşmüşüm, Gönül vuslat içinde, hicran ile doluyor, Dost elini değmeden, ömür gülü soluyor, İstediğim olmadan, istediği oluyor, Ben onun her şeninde, neşesine düşmüşüm. Nasıl nankör olayım? Sevilmişim sevmeden, Kalbim ona secdeli, ben başımı eğmeden, Kadehlere dolmadan, dudaklara değmeden, Küplerinden boşalıp, şişesine düşmüşüm. Bunca zaman geçti de, ağrısı vermez mola, Yaktı küle çevirdi, savurdu sağa sola, Bunca güzel içinde, yaralı da kim ola? Dipsiz kuyu içine, içe sine düşmüşüm. 28.05.2011…Mustafa YARALI |