GünahkârBeyin kuyusu kırbaçlanmış düşüncelerin kölesiyken Ebedi ölümlerin yüzü hürmetine açıldı sahne. Zakkum çiçeklerinin zehrini tüketirken hayat Sefalet içinde küçülüp, dünde kalan yarınları dillendiriyor. Kırmızının fahişeliğini irdelerken şeytan, Tanrı’ya dönüp sordu Kadın? Tanrı bile kıskandı Katran sarısı geceliklerin içinde ölen iniltiler O yüksek topuklu meleklerin sarhoşluğunda kaç gece yudumlandı yalnızlık Cüzamlı avuçlarıyla dokundu hatta Arsızlık soğuk tabutun üstüne çökerken Kıvrak, kırılgan ve şehvet saçan dudaklarına çöreklenip Bir yudum daha Bir yudum daha yetmez mi ömrü çoğaltmaya? Sarhoş bir ölüm ki sahteliğini süslüyor doyumsuzca Katliamına dokunan kelebekler ceset üretirken Kırbaçlanmış dille törpülüyor çocukluğun mavi duvarlarını. Senin yüzünden Tanrı Bileklerine takılan kelepçe, ayıpla örtülmüş ucuz bir fantezinin kurbanı değil Arsızlığıyla örülen gözyaşlarının budalalığıdır. Bir morg kuytusuna saklan şimdi, alkış tutsun paryalar ahmaklığına. Sahte kentlerde büyütülen sancı gibi yaşamak İhaneti saklayan kasıkların, arsız gece sayıklayışları gibi zevk budalası Düşmeye gör Sarıldı mı avuçlarından inatçı köpek gibi Salyaları şehri küstürüyor. ... Aptalca büyütüp ihaneti, en mahrem yerinden vuruyor Sandık lekesi çocukluğun haykırışları çullanıyor kulaklarına Her birinden isyan dökülürken, dur diyor Tanrı Dur! Dilimden dökülen duaların geleceği hürmetine Yüz sür ayıplar örtülmüş günün karanlığına. |