Burgaçlarımda Kaybolan
Burgaçlarımda Kaybolan
pişmanlığını anladım tabi ki gözlerinin yan anlamlarını da dahil ederek ardımdaki sözcüklerinin dipsiz kuyusuna anladım pişmanlığını hayalperest konuşkanlığımla yürümezdi kısmak doğum çığlığını savaşlar düşündüm çocuk ölüleri ve kentine küsmüş boynu bükük kuşlar kanatlarında yanık tonlu çığlıklar beni kimseler anlasın istemiyorum artık deli saçması sözlerimi hayat siyaha ve griye vurulmadan önce ben vuruldum çünkü bir kar akşamında pencerenin buğusundan göründüğü kadarıyla yapraklarını döküşüne bezgince günün akışına bırakmaksa kendini bu sensin burgaçlarımda kaybolan günahım kapıyı çarptığını duyar gibiyim yüzüme gelişine kilitlenmişti ilk gülme deneyimim konuşmamak kapısını açsak da bazen birlikte şarkı söylemeden yapamıyor insan gözyaşlarıyla yıkar gibi yüzünü sonra elbette pazar günleri ağaç hışırtıları dinleyerek sessizlik rüzgarın uzaklığımızı anımsatmasıyla bozulunca zehirli bir tılsımı var gözlerinin bana her bakışında uyuşturan ölmek istemelerimi çay içerken içi ısınır sıkıntıların otlarda derinleşir böcekler sanki merhameti ayaklanır doğanın çipi çipil burgaçlarında kaybolurum hayatın durduğum yerde uykudan kalma bir sararma yüzünde dolaşırken ağız kokunla gelirim kendime ince ipek bir şal gibi dolayıp boynuma kalp atışlarını bu şehrin akşama girişine bayılıyorum salya sümük hiç bir şeyi olmasa da yokluğunu anımsatır ya her karaltısı çocuk sesleri diner saman alevi neşeli kadınlar son kez yumarlar kirpiklerini acıya... yollara düşerler düşlerinde mavi güneşli burgaçlarımda kaybolmaksa bana düşer korkarım derinliğimde boğulursun diye anlaşırım yalnızlıkla kıyamam aptallığına yaşam düşkünlüğünün çok görmem saatlere bağlılığını yanağından aldığım öpücükle sarışınlaşır sararan defterlerim yaşamaya çalışırım... Kağan İşçen |