kepezgeçici olarak asma beni kalıcı ölüm boynumun izi kalsın ellerinde yüreğinin ipinde sana bir gün seslenirsem gelme ezik çağrıların ne önemi var bir kez gölge düstü yollarımıza çekiştirmenin ne anlamı var Çorak topraklarında her hangi bir ülkenin beyaz Bir zambak Gibi açılmak için Göç ettim Anadoluya Kendimi fırlattım pencereden dışarı Sormadım paçavralarıma adresi Hayat yaldır yaldır gözlerinde Kurak canik dağları madenim Sevdalar yatar isimsiz dibinde Ve ekmek Sarı renklidir burda Ne beyaz kadar günahsız nede kehribar suratlı nede fırınlarda hatta mezarlarında dahi rahat bırakmaz adet ve din ve devlet ve hemde namus koyu renklidir burda olgunlaşmadan savaşa gider yiğitlerim toplar onları birer birer toprak ne kadar kıskançtır burda ovalar vardır burda deniz deniz ve hemde karadeniz bilmez çocuklarımız sabah okula 5 kilometre yolda çorak tarlada ayaklarına yapışır meret akşam analar koyulur yola ışıksız lambasız köpekler her kapıda yılanlar incir dalında kar bizim burada evin içine yağar yağmur yanaklarımda büyür haksızlık? Evet diz boyu burda ama satmadık dağlara çıkmadık asla çocukları rehin verdik öğretmenlere vatana hediye Bitek topraklarına Arı Gibi saçılmak Deniz’de Yusuf Ateste Hüseyin burda Bilerek İsteyerek Planlayarak Ya da Doğruyu yanlış anlayarak Karıncayı bile incitmeyerek Bu böyle sevmek Ve kurban olmak Mayamızda Her yeri karanfil kanıyla sulanan Her koyağında çoban ateşleri yanan Yurt topraklarından Talanlara çağrıranların Ve siyaset gecelerinde Baykuş yuvasından bağıranların Divanlarında yargılanların ve ekmek kavgasında Güneşe koşarken kargılananlar Divan başında bir paşa Elinde “Yargıç” saydıkları yalıtkan bir maşa Namlunun ucunda hukuksuz yasa Kanlı ayaklarına serenlerce Kırıldı kalemlerim Tam tamına bin yıllık Ölüm kusan bin tank namlusu Yani Adalet maskesinin gizeminde Oynak bir zeminde Deve kiniyle kalkan bin güdümlü el Tel tel Ecel günlüğü tutarak asırlık anaların gözyaşlarını Kördüğüm hınçlarda unutarak Ve linç naraları atarak Kefen biçti yurt sevdasına Mayıs sabahının İlk ışıkları Uyuyan topraklara değmeden Cellâtlarının yüreklerinden Kinlere belenmiş korkularını Ve korkularının lağım kokan tortularını Yağlı urganın ilmeğinden baldıran bir umutla bakan gözleriyle Ve Yurt sevdasıyla yoğrulmuş Yiğitlik simgesi özleriyle Salyalı dudakların kanlı çanağına sağdılar Darağacının altındaki Utanç sehpasından Yıldızlara ağdılar Yurt sevdasını Anadolu’nun Dopdolu memelerinden Apak süt misali sağacaklar göğsümüze Ve ekin tarlasında birer fidan Yaşamın en acımasızlığında En zorluğunda küçük bir hoş geldindi acı çaylar Düşünmedi yürek akıyordu akarsularınca Çağlıyordu çağlayanlarınca Sevdalı düşünceler öylesi zorbaydı ki Pir Sultanı astırandan daha uzun boylu Zalim Bolu Beyinden daha uzun kollu… Öylesine zorba Sevda demoklesin kılıcınca Sevda katilince gülermiş Çığlıklarda mavileşince dolunay yeter bu saçmalık... ben öldürmedim filistinli çocuğu ben vurmadım denizlerin yeşilini niye kan kızılına bulandı ki? _______________________yüreğin ben vurmadım beni vurdular oysa gövdemde buldum kurşunların ağırlığını yoruldu nefesimde ve kan tuttu çığlıklarımı _____söylemedim sözü de vurdular sen evet sen konuşsana; kim vurdu? kim vurdu uçan kuşu Allah aşkına söyleyin kim kurdu bu düzeni... Yaşamak bir borç gibi asılı böğrüme ölecek yer bulamıyorum Karanfil gibi kasıla kasıla Açacak yer bulamıyorum ölmekmi zor yaşamakmı Akşamlar her sabah göğü basalı Gecenin eteklerine tünemez gönül Göklerin uykularımı böyle basalı Ölen öldü, kalanlar muzdarip Gök kubbede hor görülen bir cemaatiz artık |
sayfana misafr olmak haz verdi