BUZDAĞINA BİR ATEŞ
saymak aklıma bile gelmedi ki kaç kişi olduklarını
ama biliyorum sayılamayacak kadar çoktular kimliklerinde ne yazıyordu, inanın hiç bakmadım ama hepsi kadın, hepsi erkek, çocuk, genç ve yaşlıydılar oturmuşlar bir mendirek kenarına, ayaklarını sarkıtmışlardı aşağıya renkleri acıdan mı kara, yoksa ay ışığı mı boyamıştı tenlerini beyaza biliyorum o an düşünmüyordu hiçbiri sahibini, saçını okşayan ilk elin ve kurumuştu çoktan döktükleri gözyaşları, tanımadıkları ölüler için kimi atlıkarıncadaki çılgın bir atın, elinde tahta kılıç en yaşlı süvarisi kimi tarihten eski mirasın misket bombasına, parçalatacaktı yüreğini yani her biri yaşadıkları yaşa alabildiğine uzaktılar, onlar hakkında bildiğim, şimdilik sadece bu kadar. . . . . . . , her biri bir taş atsa mesela, oturduğu yerden denize aynı sonsuza ulaşmaz mı, dalga-dalga o halkalar matematik bir yana, sonuç kelebek kanadı gibi simetri çünkü hepsi aynı denizin kıyısında ve bu güneşin altındalar bu paylaşılan bir lokma ile nefeslerin, başka şey kokmasıdır açlıktan gökyüzünde ki uçurtmaların dağıttığıdır, çok daha önceleridir aşktan yani sevgilinin dudaklarından başka, bir yol bilmemesi gibi ihtirasın evcilik oyunu çiçekli duvarlarının, yerine geçmesidir atom sığınağının ama ne bir taş vardı atacakları, ne de göz alabildiğine uzanan deniz belki de olanı görmemekten yanaydı tercihler, bilmem siz ne dersiniz siyah bir perdedir sinema, esas film arkada oynar, ön tarafta oturanlardır işte, suya taş atamayanlar. . . . * * * * * Hepsi kadın, hepsi erkek, çocuk, genç ve yaşlıydılar ve gün geldi birdenbire ve beraberce oturdukları koltuklardan ayağa kalktılar. Yürüyüp geçtiler önlerindeki siyah perdenin arkasına. Önce müthiş bir aydınlık gözlerini aldı ama kırpmadılar, sonra denizin ilk dalgası ayaklarını ıslattı, şaşırmadılar. Yerlerde üstüne güneş düşen çakıl taşları inci tanesi gibi parlıyordu, birer tane aldılar ve denize fırlattılar. İşte hepsinin adına dalga-dalga bir halka, halay gibi, türkü gibi yayılmaya başlamıştı sonsuzluğa. Birbirlerine baktılar, gülümsediler ve girdiler kol-kola. Topyekun insanlık oldular. . . . . Bu arada boşaltılan siyah perdenin arkasından bir ses duyuldu, alabildiğine cılız ve ürkek bağırmaya çalışıyordu. “hey insanlar, içinizde ateşi keşfedecek yok mu, üşüyorum”. . . Cevat Çeştepe |