hâtırâtdudaklarına yayılan o nidâ benim dilimden. ve yelkovanı bayıltan bir râyihâ zamana yârin gül yanağına kondurulmuş son bûse ardından yazılan ne olsa nazîredir makâmına bellidir yaz gecelerinin kısa olduğu ve bellidir gündüzleri ağlayan çocuklar, yıldızlar ışığında, gözlerinden nûr akar, elleri kara bir dilim ekmeğin küflü kokusu, alkışlar ve süreyyâ gökte gülümseyen yıldızı hazîranın /buğday rengi teninde/ şimdi gün kalmak isteyip de kalamayışlığın hasretinde yarım bırakılmış aydınlık resimlerle hasbihâlde günler fecre doğru, ömür muhayyelde bir saat tamircisinin bozuk gözleri, ritimsiz kalbi ve ürkek sözleri gibi cismi sanki mîzânı taşıyor ve duyuyorsan eğer uzaktan sûr üfleniyor ruhlarımıza ilaçtır şimdi perde-i nevâ ve her neyi gördükse şiirlerimize revâ ellerimizde onun ezâsı nâmütenâhi /boz bulanık seferlerinde okyanusların/ hiç uyuşamayan kelimeler dertlidir ve de bazen bu savaş öylesi döner ki vahşete içimde içim yangın yeridir ırgatlar çingene şarkılar söyler sessizliğime sonra lâl ü ebkem, hikâyeler anlatırım çocuklara elimde kır çiçekleri /güz yanıktır türkülere, kül rengi/ ve yazık ki lâleler bir mevsim açar şiirlere ihtiyaç yoktur, sonu gelmez gazellere yapraklar payız olurken başka bir lehçede dudaklarımda anamın ak sütü, târihimin izi çehremde belki çok isterdin kalmayı bahar mevsimi, bir İstanbul akşamı birden muhâcir olurdu türkülerimiz inletirken sesimiz boğaz koylarını /çırpınan aya inat sabâ renginde/ belki çok isterdin kalmayı dudaklarına yayılan o nidâ benim dilimden kara kaşlı kara gözlü ilimden. |