0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
17
Okunma
En sevdiğini kaybeden sen,
o günden beri dışarıdaki hayatı
şaşkınca ve sessizce,
sadece dışarıdan izliyorsun.
Çünkü bedenin hâlâ yaşıyor,
ama ruhun onunla birlikte başka bir yerde.
Kalabalıkların içinden geçiyor.
en sevdiğini kaybeden sen,
o günden beri hayatın kapısının önünde bekliyorsun.
İçeri girmiyorsun, çıkmıyorsun da.
Bedenin nefes alıyor diye yaşıyor sanıyorlar,
oysa ruhun onunla birlikte toprağın serinliğinde.
Gülüşler sana yabancı,
günler sana düşman.
Bazen öfke oluyor adın;
herkese, her şeye kızıyorsun.
Çünkü bu dünya,
en sevdiğini senden alıp
hiçbir şey olmamış gibi dönmeye devam ediyor.
Sonra susuyorsun.
Susmak öğrenilmiş bir yas artık sende.
Ve diyorsun ki;
ateş düştüğü yeri yakıyormuş sadece…
geri kalan herkes,
alevi uzaktan izliyormuş.
O ateş,
zamanla sönmüyor sanıyorlar…
oysa sönmüyor değil,
içe doğru çöküyor.
İnsanın sesini, bakışını,
geceye dayanma gücünü yakıyor.
Artık sabahlar müjde değil,
sadece uyanılmış bir acı.
Her gün biraz daha eksik kalkıyorsun hayata,
aynaya baktığında
iki kişiden geriye kalan birini görüyorsun.
Kimseye anlatamıyorsun,
çünkü kelimeler yetmiyor.
Bir evladın, bir sevdanın,
bir “bir daha asla”nın ağırlığını
hiçbir cümle taşımıyor.
Gülümsediğinde suçlu hissediyorsun,
ağladığında güçlü olmakla suçlanıyorsun.
Oysa sen ne güçlü olmak istedin
ne de alışmak…
sen sadece onun geri gelmesini istedin.
Ve en ağır gerçek şu oluyor:
Dünya dönüyor,
insanlar devam ediyor,
sen aynı yerde kalıyorsun.
Çünkü bazı kayıplar
insanı hayatta bırakır,
ama yaşamayı geri alır.
Zaman…
zaman dedikleri şey senin için işlemiyor.
Takvim yaprakları düşüyor ama
içindeki gün hep aynı gün.
Aynı haber, aynı boşluk,
aynı çaresizlikte donup kalmış bir an.
İnsanlar “alışılır” diyor,
oysa sen biliyorsun;
alışmak değil bu,
eksik yaşamaya razı olmak.
Bir yanın sürekli açık,
rüzgâr alan bir yara gibi.
Artık ne dualar tam çıkıyor ağzından
ne isyanlar rahatlatıyor.
Allah’a sığınırken bile
boğazına düğümleniyor adın.
Çünkü sen O’ndan aldığını
yine O’na vermek zorunda kalanlardansın.
Gece olunca daha ağırlaşıyor her şey.
Sessizlik büyüyor,
duvarlar üstüne üstüne geliyor.
Herkes uyurken
sen bir mezarın başında uyanık kalıyorsun
içinde.
En ağır yük şu:
Kimse senin kadar özlemiyor.
Kimse senin kadar aramıyor.
Kimse senin kadar “keşke” demiyor.
Bu yüzden susuyorsun.
Bu yüzden kalabalıkta yalnızsın.
Çünkü bazı acılar anlatılmıyor…
sadece taşınıyor.
Sonra anlıyorsun…
bu acının bir sonu yok.
Bir “geçti”si, bir “bitti”si,
bir sabaha hafiflemiş hâli yok.
Sen hayata geri dönmedin,
hayat sensiz devam etmeyi öğrendi.
Gülüşlerin eksik,
umutların yarım,
kalbin hep bir sandalyeyi boş bırakıyor.
En sevdiğini toprağa vermedin sadece,
kendinden de bir parça bıraktın orada.
O günden sonra yaşamak,
ölmemekle karıştırıldı sende.
Şimdi…
ne anlatacak gücün var
ne de unutacak bir kalbin.
Sadece susarak dayanıyorsun.
Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor,
senin yerin hâlâ yanıyor.
Ateş düştüğü yeri yakar denir ya,
bazı yerler yanmakla kalmaz…
kül olmaz, sönmez, iyileşmez.
Sen o günden beri
hayatta kalanlardan değilsin,
hayata bırakılanlardansın.
Nefes alırsın ama yaşamazsın,
gülersin ama sesin yoktur.
En sevdiğini kaybettiğin yerde
zaman durur,
sen durmazsın…
sadece eksilerek devam edersin.
5.0
100% (1)