1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
44
Okunma
Herkes yaşadığı acının esiridir;
kimse kimsenin ne yaşadığını bilmez.
Ne çektiğini, nelerle savaştığını…
Sadece yaşayan bilir.
Evladını kaybeden bir annenin acısı
ne dünyaya sığar
ne hayata…
O acı bir ömür göğsünün tam ortasında
yanık bir mühür gibi durur.
Geceleri uyutmaz,
gündüzleri yaşatmaz,
nefesi bile taşır ağır gelir.
Toprakla sınanmış bir annenin yüreği
hiçbir zaman iyileşmez…
Sadece sessizce kanamayı öğrenir.
Ve herkes sanır ki geçti, unuttu, alıştı…
Oysa bir anne, evladının yokluğunu
her sabah yeniden doğar gibi
ve her gece yeniden ölür gibi yaşar.
Bu acıyı sadece o bilir…
Çünkü evlat acısı,
insanı kendine bile yetim bırakan
tek yangındır.
Ve insan kalabalıkların içinde bile yapayalnızdır artık.
Kimse anlamaz, kimse hissedemez,
kimse dilinin ucuna gelip de boğazına düğümlenen o sessiz çığlığı duyamaz.
Bir anne için zaman bile ikiye bölünür:
Evladından önce ve evladından sonra…
Sonrası artık hiçbir şeye benzemez.
Ne renkler eskisi gibi parlar,
ne güneş eskisi gibi ısıtır.
Mutluluk bile bir yabancı gibi gelir,
sanki yasakmış gibi, suçmuş gibi.
Her şeyde bir eksik,
her adımda bir boşluk,
her nefeste bir yangın vardır.
Bir annenin kolları, saramadığı bir yavrunun boşluğunda ağırlaşır.
Sıcaklığı hayale döner,
sesinin tınısı rüzgârın içine saklanır.
Ve o anne yaşar…
Ama yaşadığı şey hayattan çok
acıyla imtihanın uzun bir yoludur.
Kimse göremez;
gören anlayamaz;
anlayan da anlatamaz…
Çünkü evlat acısı,
kelimelerin bile dizlerinin üzerine çöktüğü
en büyük imtihandır.
Bir annenin içindeki o boşluk,
dünyadaki hiçbir şeyle dolmaz.
Ne zaman geçer bu acı diye sorarlar…
Oysa bir anne için zaman sadece yarayı taşımayı öğretir,
yarayı dindirmeyi değil.
Her gün biraz daha sessizleşir,
biraz daha içine kapanır,
biraz daha derine gömer acısını…
Ama hiçbir gün “bugün daha az acıyor” demez.
Çünkü evlat acısı, eksilerek değil,
içine yerleşip büyüyerek yaşanır.
Her gece başını yastığa koyduğunda,
o an gelir…
Susmuş herkes, durmuştur zaman,
ve anne yalnızlığıyla baş başadır.
Kokusu gelir burnuna,
adımları gelir kulağına,
bir anlığına sanki kapı açılacak da
evladı “anne” diye koşacakmış gibi…
Ama koşmaz.
Sessizlik anneye kalır,
gece anneye kalır,
acısı yine yüreğine çöker.
Gündüzleri herkes gördüğün kadardır,
ama geceleri…
Geceleri bir annenin yüreği
dünyanın bütün ağırlığını tek başına taşır.
Ve kimse bilmez aslında:
Evladını kaybeden bir anne,
yaşadığını sandıkları her gün
bir parçasını toprağa göme göme yürür.
Ama yine de yürür…
Çünkü annelik,
toprağın bile koparamadığı bir bağdır.
Bir anne için hayat,
evladının yokluğuyla yeniden şekillenen
bitmeyen bir sınavdır.
Ne zaman diner, ne zaman hafifler diye soranlara
cevap bile veremez artık…
Çünkü acısının tarifi yoktur, ölçüsü yoktur, zamanı yoktur.
Bir anne evladını kaybettiğinde,
aynı anda hem geçmişi kırılır,
hem geleceği dağılır.
O günden sonra attığı her adım
yarım bir nefes, eksik bir yaşam olur.
Ama yine de devam eder…
Acısıyla, sessizliğiyle, gözyaşını içine akıtarak.
Çünkü anne yüreği,
kırık da olsa, yanık da olsa
dünyanın en güçlü yüreğidir.
Kimse bilmez;
kimse tam anlayamaz;
kimse o yangını içinde taşımadan tarif edemez.
Ve sonunda anne sadece şunu öğrenir:
Evlat acısı bitmez…
Sadece yaşamın içine karışır,
nefes kadar yakın, ömür kadar uzun kalır.
Ne dünyaya sığar o acı,
ne zamana…
Sadece bir annenin kalbinde
ölmeden yaşar.
5.0
100% (1)