gazap hüzünleriadamlık yaralı bir telaş şule’m çok kareli bir top kumaş arastada o metruk dükkanda arka rafta arayıp buluyoruz değil mi inat bu sonuçta taşralı kadınlarız biz dikildiğinde kimimize bol kimimize dar terziye mi bağlı şemail terazisine mi hayatın burada gülünecekti. ömür… gözyaşını affetmez kırıştırır vakitli vakitsiz ağlayan göz altlarının ağzı torbadır hem büzülmüyor sonradan. çeneleri düşüyor aynalarda. yapma... bilemedik ki tarzına mı bağlı bahtımız tavrına mı tanrının karnımız var ya kalbimiz kadar ağrımıyor dar bir eteğin içinde olmak şişman bir hüzün taşımaktan daha karmaşık problem kızlarımıza söylesek çözerler iki dakikada di mi şule’m ya sonra... ya aşkı ayrılığı şu hasreti takiben? farzına mı bağlı tahtımız yaradanın farazi şöleni midir yoksa şiir bu havaların ah derken yağmur indirir İzmir yağmur yağmur neden her indirişinde biraz daha bindirir içimizdeki ankara’nın rahmine memelerine gayrimeşru acıları yetmemiş gibi lütfen! kendine sor bana sor garez mi bu komik mi ve neden gülemiyoruz sen uykunda ben her daim ayakta uyakta iken bak ölüp gitmiş bir adam hâlâ söylerken şarkıyı ciğerinden öldüğünden emin olduğumuz bir anne bir baba bir sahil şeridi dört pedal kaba saba iki şehir ve dört hayat varken mazimizde hem ölmediğine inandığımız bir adam yağmur gibi yağar mı durup dururken kış aniden bastırdı diye? arzına mı bağlı bu şenlikler insanın arızasına mı yoksa iflah olmaz kafamın biz yarın aynı filmi izlemek için sözleştik siz aynı kaderi yaşamak için aşkınızla geçmişinizle yüzleştiniz mi yarın hoş gelmiyor bu ağır yağmur berelerimizden çeksin ellerini şule’m babamız geliyor aklıma her seferinde at sırtında neferler gibi bizim babamız artık ağlamayacağım söz gürzüne mi bağlı gücün sabır ömrümüzün güzünde mi yoksa gözü vuslatın çözemedik ve doğurduğumuz kızlarımız bilumum bilumum yazlarımız hani geğirdiğimiz çalamadığımız o sazlarımız öğretilmiş ve unutmak için parmak bile oynatmadığımız şu farzlarımız çözsünler artık uykum geldi bakma sen yine iyiyiz biz biz yine huşû. JD |
Karşıdan karşıya geçmek için Karamürsel mağazasının önündeki lambalarda beklerken kolumu çekiştiren sırılsıklam olmuş roman çocuğu fark ettim. Kara gözleri kocamandı ve içi gülüyordu. Sırf gözlerime saldıran bu iki çift bakışın hatırına pörsük çiçekler aldım. Otobüs durağında ihtiyar amcanın eline verdim çiçekleri..Şapkasının tereğinden süzülen yağmur damlalarının arasından gülümsedi bana
“Evlat bunu verecek kimse kalmadı ki” dedi.
“Kendine ver amca” dedim.
Arkada duran kadın etkilenip amcaya ve bana uzunca bir şeyler anlattı..Ben yavaşça aralarından çıktığımda onlar hala konuşuyorlardı. Kim bilir belki çiçeği ona vermiştir. Otobüse binmekten vazgeçip Mithatpaşa’ya doğru yürüdüm. Bulduğum ilk aradan sahile yöneldim. Herkes arabalarına, otobüslere sığındı. Evlerine kaçtı o akşam…Şehrin ucuz cesaretli insanları, bozuk paraların ve ambalajların insanları, sivilcelerin insanları, otobüslerde dindar, kaldırımlarda demokrat insanları yağmurdan kaçtılar işte. Yağmurda yıkanarak güzelleşen İzmir’e , Bu esrarlı ve buğulu şehre bir kaç mısra düştü benden;
Ağlıyor kadın
İzmir'i omzuma yaslayıp
Altında kalanların vebalini
Benden soruyor
şiirine yorum yazmak haddini bulamam ancak o şiirle konuşurum..sesleşirim..şiir yayınlandıktan sonra yazanı değil okuyanı anlatır..
selam ve muhabbetlerimle