Müebbet SızıSırrı buğulanmış bir aynadan Şöyle bir baktım da kendime Bu ben miyim Bu sepya fotoğraflar gibi solgun yüz Balık katliamı yapılmış denizlere benzeyen Bu kızıl mavi gözler bana mı ait… Şu halime bak Barbarların yakıp yıktığı bir ülke gibiyim Hangi kadrajdan baksam Kanlı bir savaş meydanına benziyor yüzüm Kılıcım kırılmış Ordum dağılmış Kızıl bayraklar sallanıyor deliksiz uykuyu unutmuş gözlerimde Eskiden böyle değildim Böyle kimliksiz bir rüzgar gibi esip Bir bardak suda fırtına koparmazdım Giden, gittiği ile kalırdı Gidenin ardından Duvara çarpılmış kadehler gibi dağılmazdım Şimdi, Soraya’yı taşlar gibi kendimi taşlıyorum Unutmak istedikçe hatırlıyorum Hatırladıkça, acıya beleniyor içimin nehirleri Hatırladıkça kaya kovuğuna hapsolmuş sular gibi çürüyor Hatırladıkça, acının kılcallarından geçiyorum Kol kırılsa da yen içinde kalmıyormuş meğer Unuturum demekle unutulmuyor, giderim demekle gidilmiyor Silerim demekle silinmiyormuş Merhem yokmuş bu acıya, teselli yok Kavimler göçünden beri şifasız bir yara Kalubelaya dek süren müebbet bir sızıymış Ah göğsünde denizler saklayıp Avuçlarında gökyüzü taşıyanım Böyle nasıl sevdirdin kendini Nasıl bir işaret bıraktın ömrüme Nasıl bir iz... Ve nasıl güzel yaktın ki Söndürmeye kıyamadı hiçbir ırmak Hiçbir deniz... |