Aşk-ı Name'mŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Üç harfin üçünde sen tekindeyse ben! O da yeter...
Ah Aşk-ı Name’m
Delikli kuruşun pahasındayım Fakir harflerin kısırlığında İmlemeye çalıştım adını olmadı! Hep eksik geldi sunumlarım Heredot’a kadar uzanabilseydim, araştıracaktım Bilmem ki tarihin Hangi tozlu sayfasında kaldım? Aynı merhalede iki savaşçı… Varan-gelen düzeneğinde şikâyetsiz Yüklere hamal iki amansız artçı! Sınıfdaşlıktan mutluyum Ne alt ne üst eşlik derecesinin sıfır noktasında biz! Bilinmezliklerin kırıntılarında dahi Gezinmekten üşenmeyen en keskin tiz… Hangi kelimeyi seçsem en güzelidir Hangi cümleyi kursam en yücesidir? Bilemem de lafügüzaflarımdan arlanırım! Nasıl anlatılır bilmem ki Nasıl dillendirilir de seni tasvir eder lehçem, söyleyemem! Eksikliğim dağlar kadardır dersem inanma Çok daha ötesidir de tarif edemem. Bir dersem bin anla! Kitapsın ufkuma açılan güneş; Hayır, cevşensin sen kâinatıma eş! Ab-ı hayat kadar leziz, Kaf Dağı kadar öte, Anka kadar içre! Nasıl söylenir ki? Sen söyle! Motiflerin en koyusu; Susarsa dilim öldüğümdendir, Görmezse gözüm söndüğündendir, Duymazsa kulaklarım hiçliğimdendir, Hissetmese tenim donduğundandır, anla! Sana sessizlik kadar yakın gölgendeyim Farkında mısın? Dönersen karşında dimdik Dönmezsen arkanda dağ! Gündüzümde hayalim, gecemde düşüm… Sen vatansın sırlandığın sandığımda Cevvalsin kavgalarımda Sancaksın hisarımda! Ah Gönlü Aşk’ım! Sırçanın buhurlarına çizilen silüetimden silinir yankılarım. Nasıldır bende ki senlik anlamıyorum? Sazın tellerine vurulan mızrabın ahenginden Perdeye düşen hikâye neredendir? Güfte kârı kim, Makamı hüzzam mı? Solistin sencesi gül olsun Bencesi bülbül desem sakınırım! Kirlenmiş nifak tohumlu dünya Nazar eyler diye suskularımda boğulurum. Ey Nevbahar’ım! Aromasından sarhoş bahçelerin misk-i amberi; Tonların zenginliğinden Karun’u dahi kıskandıran renk, Harut ve Marut’un başını döndüren Zühre! Sen anlatılmazsın Sen yaşanılmazsın. Ah Candaş’ım! Kelimeler dizilse tesbih imamesinden tane tane Harfler sıralansa dil tüfeğimde şarjör şarjör ne çare! Sen akan ırmağın berraklığı Çağlayan ruhumun çağılmağı hoş geldin! Sefa geldin, anlam verdin, mana kattın, coş geldin! Daraldığımda nefes Sıkıldığımda izzet Düştüğümde omuz Adımlarıma ayak Ömürcağzıma baş oldun! Kaybolduğumda yol, arandığımda ışık… Ah Hayat arkadaşım! Tarifi imkânsız hissiyatımın anlamı inandırmak el aleme ne mümkün! Ben geçtim ki bunları; Sığındım Mevla’ma nefsimin zulmünden, Sen de sığın! İçte Kabil’in hapsinden kurtulup Habil’e dönmek için duadayım! Aşkı cinsiyete veya cinselliğe bağlayan Yüz karası insanlığa yuh olsun! Ey gönlü ak, zihni pak! En kıytırık singaflar dahi utanır İnsancıl yanların susar da çilegâhında Nağmeler Kızılgerdan’ın ağıtlarından sağır kulaklara dayanır. Üzülme: ‘’Ağrılarım da olmasa canlı olduğumu unutacaktım’’ Dedi ya şair! Varsın ağrıyalım… Yaşamsa yaşam ölümse ölüm Ağır olalım! Ağaran yanlarımız tez davransa da Saçlara inat ağırca yaşlanalım. Geçtik dünyanın eteğinden Kim ne demiş bize ne? Allah ne der derdindeysek içimizden kemlik geçmez biline! Zor be yaşam ağır yük ki bizlere Tartı günü yüzümüze ak düşe! Ben razıyım sırdaşımdan, sırrından… O da razı olur ise ne âlâ! |
Şiir bazen öyle bir güce sahiptir ki,
üzerine bir şey söylemek ya da analiz etmek yerine sadece sessizce onun etkisi altında kalıp gölgelenmek istersiniz.
Şiirin gücü, kelimelerin kendisinde değil,
onun çekirdeğinden gelen anlamda ve duyguda yatar.
Yani bir kelimenin, yani bir sözün takılarından önce köklerine kadar inmek gerekiyor. Kök zaten sizi öze yani çekirdeğe götürecektir.
Ne söylesek kelimeler fakir kalacak.
Sanmayın ki ''susarsa dilimiz öldüğümüzdendir,
Sanmayın ki ''Görmezse gözümüz söndüğündendir,
''Duymazsa kulaklarımız hiçliğimizdendir,
''Hissetmese tenimiz donduğundandır..
Eee ne ola ki öyleyse bütün bunlar?
''Ab-ı hayat kadar leziz,
Kaf Dağı kadar öte,
Anka kadar içre!'' olduğundandır şiirin.
Bu yüzdendir kendimizi ''konuşarak değil hal ile ifade ettiğimiz''
Şiirin büyüsü karşısında susmamız hayranlığımızdandır.
Bizi bir hayalin daha da ötesine taşıyabilen gücündendir.
Şiir bu.
Tınısıyla, ritmiyle, sesiyle büyüler insanı.
Bu nedenledir, şiirsel seslerin, ahengin, dizelerin gücü karşısında çevredeki bütün gürültülerin azalması.
Biz ki şiirin o melodik yapısına o kadar odaklanırız ki, tüm dışsal sesler silinir,
tüm gözler kapanır, tüm duyu organları işlevini yitirir ve sadece şiirin sesi kalır.
Duymaz ise kulaklarımız,
o büyünün bizi sükûnet alemine geçiş yaptırdığındandır.
Şiir şairin nefesidir.
Şiir şairin kalp atışlarıdır.
Biz şairi kalp atışlarından tanırız.
Nasıl ki nefes almak bir zorunluluk,
şiir yazmak da şair için bir zorunluluktur.
Şimdi bu nefesin çevresine yaydığı etkiyi görmemek olur mu;
Elbette olmaz.
Şiir şairin duygusal dünyasının kalbidir.
Şimdi bu kalbin çevreye yaydığı titreşimi duymamak/hissetmemek olur mu?
Elbette olmaz.
Göz gördü
kulak işitti
ama gönül başka şeyler söyletti.
''Görmek için kör olmak gerek''
Duymak için sağır olmak gerek bazen.
''Geçtik dünyanın eteğinden
Kim ne demiş bize ne?
Allah ne der derdindeysek içimizden kemlik geçmez biline!
Zor be yaşam ağır yük ki bizlere
Tartı günü yüzümüze ak düşe!
Ben razıyım sırdaşımdan, sırrından…
O da razı olur ise ne âlâ!''
''Dünya bir penceredir ; Her gelen baktı, geçti''
Eyvallah
üstadıma en içten tebrikler olsun.
Ruhu pir-u pak olsun daima.