Er Kişi NiyetineFalın f’sine inanmazdım Hiçte sevmezdim o meymenetsiz falcıları Koştur koştur falcıya gidenleri içten içe küçümser İskambil kağıtlarında aşk arayanlara nasılda gülerdim Şimdiyse… -Üç vakte gelecek desinler diye falcılara şaklabanlık yapıp Ters dönmüş fincanlara el altından rüşvet veriyorum Falımda hep sen çıkasın diye… Bir maden ocağı gibi kazıyorlar kalbimi Ser verip sır vermiyorum Hınca hınç seni gizliyorum içimin labirentlerine Sana saklıyorum içimdeki cevheri Belki bir gün gelir, kazma kürek kazarsın diye… Yokluğunda prangalar eskitiyor da Ahmet Arif Ben eskitemiyorum seni Sahibinin mezarını gidemeyen köpekler gibi gidemiyorum senden Geçemiyorum o b’ela gözlerinden Ateş labirentlerinde sensizlikten yanıyorum da Aşk yanığı ellerimle yıldız topluyorum saçlarına Belki obsidyen karası saçlarına takarsın diye… Kızılırmak gibi uzuyor, Karadeniz gibi coşuyor yokluğun Bir gün bile sabrı çatlayıp, şivesi bozulmuyor sevdamın Kallavi fırtınalarda bile uğramıyorum başka bir limana Yağmur duası niyetine özlemlerimi asıyorum gök kubbeye Her gök gürlediğinde belki avazımı duyarsın diye… Ah söyleyemediğim türküm Ah yarım kalmış avazım Ölüm dediğin mezara girmekse Er kişi niyetine, her mezara ben gömüldüm Sen içimde ölme diye… |
Bir kelime daha öğrendim şiir vesilesi ile.
Obsidyen...şiirde sadece rengi için mi kullanıldı yoksa nasıl oluşur ve nerelerde bulunur o anlamı da kapsıyor mu bilmiyorum. Ama her iki özelliğini de şiire çok yakıştırdım ben.
Hatta renginden çok o diğer anlamı daha çok yakıştırdım.
Şiir gidenin ardından sessiz ve hiç incitmeyen bir sitem idi. Yürekte kimselere duyurmadan yaşanan.
Ve şiir Yine hüzün hırkasını giymiş masum ama kederli gözlerle baktı gözlerimize
Tebrikler Highrock