İz...Sırrı buğulanmış bir aynadan Şöyle bir baktım da kendime Bu ben miyim… Bu sepya fotoğraflar gibi solgun yüz Bu deliksiz uykuyu unutmuş kızıl mavi gözler Bana mı ait… Şu halime bak! Barbarların yakıp yıktığı bir ülke gibiyim Hangi kadrajdan baksam Kanlı bir savaş meydanına benziyor yüzüm Kılıcım kırılmış Ordum dağılmış Beyaz bayraklar sallanıyor Ölü toprağı serilmiş bakışlarımda Oysa… Eskiden böyle değildim ben Giden, gittiği ile kalırdı Ayrılıklarda, boğma Rakı gibi boğulup Soraya’yı taşlar gibi taşlamazdım Aşkı ve aşkımsı şeyleri… Gidenin ardından Kaya kovuğuna hapsolmuş sular gibi İçten içe çürümez Duvara çarpılmış kadehler gibi Böyle dağılmazdım Şimdiyse… Aşka açılan bütün kapılarım darmadağın! Unutmak istedikçe Hatırlıyorum Hatırladıkça, acıya beleniyor içimin nehirleri Hatırladıkça, acının kılcallarından geçiyorum Kol kırılsa da yen içinde kalmıyormuş meğer Unuturum demekle unutulmuyor Giderim demekle gidilmiyor Silerim demekle silinmiyormuş Merhem yokmuş bu acıya, teselli yok! Kavimler göçünden beri şifasız bir yara Kalubelaya dek süren müebbet bir sızıymış Ah sevgili Ah can otağımın en ekabir misafiri Böyle nasıl sevdirdin kendini Nasıl bir işaret bıraktın ömrüme, nasıl bir iz... Ve nasıl güzel yaktın ki… Söndürmeye kıyamadı Hiçbir ırmak… Hiçbir deniz… |