Yitik - 8lastik pabuçlu ayakkabı boyacısı çocuklar . “-ne zaman; aç, kendi kendini avutan, ihmal edilmiş, eleri pis, hali perişan, yüzü yol-yol kirli, gözyaşlarından eline geçen, başka çocukların bozuk oyuncaklarının parçalarıyla taşlarla güya oyun oynayan bir çocuk görsem; köyü hatırlarım, oyuncaksız köy çocuklarını.. . köyden şehire göçme sevdasındakilerin, tercihini sormadıkları çocuklarını gündeliğe giden analarca evde kendi başlarına bırakılan köy kökenli bakımsız çocukları, daha adım atmaya başladığında çileli zor bir hayata; bir ucundan başlamış, yeri geldiğinde kendinden sonrakilere analık-babalık yapmış iskarpin boyacısı lastik ayakkabılı çocukları, . uzaktaki köyüne dönememiş, parasız okulda yatıp-kalkan, badanacı, hamal, amele, evsiz-barksız kiremit ocaklarında sigara içerek delikanlılığa adım atan başkalarının gözünde güya böyle adam yerine konulmayı uman, kendi kazandığı parayı hor harcayan beleş bulduğu ömrünü; har-vurup harman savuran bir hiç uğruna heder olmuş ömrü bir yerlere gelme hülyalarını unutmuş kendisi olamamış asla, ömrü boyunca unutulmuş başka hayatlara peşkeş çekilmiş kendi hayatını yaşamayı bilmemiş en çok da kendinden sonrakilere adanmış onları yaşatmaya odaklanmış bir yaşam. at arabalarının peşinden koşan bunun oyun sanan kardeşlerini kollayan köyden göçen insanları onların çocuklarını insan yerine koyulma çabalarım köy çocuklarını anlarım” …. “gayri dayanamam ben bu hasrete (Çorumlu Kul Mustafa) ya beni de götür ya sen de gitme mevlanın aşkını yakma çıramı ya beni de götür ya sen de gitme” . “-işte… öylesine bir yaşam felsefesi şehir eşkiyalarının hedefi, yoldaşı, rakibi, menbaı köy çocuklarına, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken ayak işlerinde heder olan amele, garson, hamal, elaman çırak meskeni sokak yorganı saçak ayakkabı boyacısı lastik ayakkabılı köy çocuklarına yanarım… yanarım! ! ne zaman bir sazın teli dertli dertli inilese ne zaman bir yanık türkü duysam düğünlerde bile söylense oynanmayan başları bir o bir bu yana yaslayan gözleri dolduran şarkılar, türküler hikayeler gurbette olduğumu hatırlarım.. . gurbette.. gözlerim dolar burnumun direği sızlar nefesim daralır boğazıma bir şeyler düğümlenir şuramda bir sızı ürperirim bitmek bilmez bir ağlama nöbetinde gözlerim dinmez kanar yüreğim ha deyince kendime gelemem …. “sen gidersen kendim berdar ederim bülbül gül dalına konmaz niderim elif katrim büker kement ederim ya beni de götür ya sen de gitme” . bir acı gurbet türküsü alır-götürür beni başka yıllara akranlarımı özlerim, çocukluğumu köyü, keçiyi-koyunu, eşeği, öküzü, çilekeşliği, hatta! köpeğimizi boğduranları, ekinimizi güdenleri, anımızı kakanları bizi çekemeyenleri, hor görenleri, beni oyuna almayanları, top oynarkan çelme takanları tepeden bakan akrabaları, bize kız vermeyenleri, kızımızı kendilerine layık görmeyenleri, anamı akrabadan saymayanları bizim iki keçiyi sürüsüne almayanları, ziyana girdi diye muhtara kapattıranları, … köydeyken en sevmediklerimi, korktuğum köpekleri, öldürdüğüm “yeğe” kedileri kuru ekmeği, yavan aşı beni dövenleri elimi kesen kör bıçağı, hakından gelemediğim işleri, ayağıma batan dikenli çetiyi, demir dikeni, ulamayı, ayrığı, kişnişi, acımığı, kımılı, süneyi, yavsığı, göğeni, sivrisineği yanağımdan sokan bambılı, parmağımı ezen taşı geçit vermeyen çalıları, sarıbaş tikeni ulaşamadığım dalları aç kaldığım zamanları, çaresizlikleri, bilseniz nasıl özlerim.. . “yar sineme vurdu kızgın dağları viran koydu mor sümbüllü bağları hüseynim geçiyor gençlik çağları ya beni de götür ya sen de gitme” . |
Emeğine yüreğine sağlık
___________________________Selamlar