Çam Sansarı
değerli bir şeyi kaybederken
yeteri kadar dakik değilsem guguklu saatim olsun isterdim İfadesiz duvarlar için fevkalade umuduma bağlıydı timsah şekilli bulut şemsiye açsam dişleri dökülecekti ben de kuzum diye seviyordum beyaz gri arızası vermişti yıllar sürse bile Ankara ’da maviyi arıyordum eski bir denizin yükünü eteğine içiren dağların sus elli zamana karşı kaybolmasını yeğliyordum ve onları yazanlarla zehir zurna sarhoştum geçmek bilmeyen geçmişten bir gölge karakterini sürdürüyorum hatırlamak üzgün diye uçak yapan güvercin her diri amaç onu uğurlamak için kimi görsem kimsesiz dokuma tezgahından çıktım diye sevinen overlok mağduru halı örneğin sanki yağmur sevincine geç kalmış küf de bilinç üstünde diz döven bilinçaltına ifade veren yarası yar köküne kadar inen yokluklar saatinde olmadığım bir caddede karpuz gecikti diye endişeye gerek yok içi dışı kabuk varlığın anladığı öfke merağı yanık saz vitrinlerde cansızın cebi dolu canlılarla parlatmaksa hissi bir gezegenin kulağı sağırsa güneşin ihtiyacı ne biliyorum her yüze aydınlık vermek neresinden baksak bıkkınlık karanlık hoyratça kesmişse sütü ağzımızda kurumuş memenin acısını hepimiz duyuyoruz Çam sansarı adına emin degilim bi sorayım |
Sen dakiksin Gule, onlar sana uymuyorlar. Güneşin en hoş saattlerinde duvarların içinde oturmaya alıştırdılar bizi, markete giden dışarı çıktım sanıyor, Gule şehirden sonra yine şehir var, şu varlık konusu ne ilginç değil mi? Son yok mu ne? Binlerce yıl sonra birbirimizi şiirlerimizden tanıyacağımıza eminim, uçan halımla seni almaya gelirim. Püsküllü, motifli bir halı, unutma.
Ben de seni biliyorum, bence birbirimizi tanıyoruz. Öyleyiz Gule.
Sevgilerimle.