...
Kan vardı ağız dolusu.
Başka zaman olsa midem bulanırdı. Oysa şimdi bu demir kokusu Pek ulvi geliyordu. İkişer ikişer çıkıyordum merdivenleri. Acelem vardı. Gök koridoru az kalsın kapanacaktı ve ben Ağır yüklerimle orta yerde kalacaktım Otobüs terminallerinde unutulan çuvallar gibi. Bu çok acıklı olurdu. Şşş! Dedi birisi. Geçti. Yokladım bedenimi. Geçmemişti. Ağlayacaktım. Babam sazını aldı eline. Bilmediğim bir türkü söyledi. Bulutlardan mı geliyordu sesi. yoksa Unutulmuş mağaralardan mı? Çatı katındaki odasındansa Bu çok acıklı olurdu. Annem ikindi üzeri divanın üzerinde Bir ayağını altına almış edeplice Şekersiz çayını içiyorken. Gidilir miydi böyle sazla, sözle Acıyan yanlarımızı birbirimize sürtmeden Daha ocakta yemeğimiz varken. Daha güvercinleri bekliyorken balkona. Hayat sürüyordu, biz sürmüyorduk. Hayat dursaydı da biz sürseydik, bu çok acıklı olurdu. Babam sustu. Elindeki mızrabı usulca tellerin arasına soktu. Aha da bitti, akşam olabilir kahretsin! Bizi hazırlıksız yakalayabilirler. Yükselmeliyim. Sesler, renkler, koca binalar, börtü böcek. Hepinize hoşça kalın demiştim. Güzel temennilere tebessümle bakmalı insan. Bir de gidiyorsa söyleyen Yalancıktan da olsa Sonra ben bilmiyordum demeyesiniz Fotoğraflarınıza bakıyordum. Veda ettim. Siz gülüyordunuz Börtü böcek, binalar da gülüyordu. Yükselmeliydim. Hava kararıyordu. Ben altıncı tabakadaydım. Annem şekersiz çayından son yudumunu aldı. Dışarıda yaprakları üşüyen bir cennet hurması. Dalında Karatavuk vardı. Böyle bir acayip kompozisyon Eğer ikindi sonrası olmasaydı Bu çok acıklı olurdu. Bakın şurada da bir kuş var. Ce e! Gittim ben. Siz oraya bakın. Binalar, kuşlar börtü böcekler. Sesler en çok da size. Ayakkabılarımı emanet ediyorum. Akşam olur, dere kenarına gider onlar. Beni nerede bulacaklarını bilir onlar Annem de taşlara emanet. Keşke çayına şeker atsaydı. Tatlı tatlı ayrılsaydık. Böyle de olmadı ki Fakat ben gidiyorum diye dikilseydim karşısına Mutlaka durdururdu beni, çaresiz Gözünün önünde giderdim. Bu çok acıklı olurdu. Size bir şey diyeceğim. Gitmek güzel değilmiş. Orada seni tombul memeli, al yanaklı analar beklemiyor girişte. Ne iyi ettiniz de geldiniz. yok. Ben gördüm, siz görmeyin. Binalar, ağaçlar börtü böcekler. Size diyorum, o yana bakmayın rica ediyorum. Önüm sıra bir kocakarı yürüyordu. Bir kaz vardı onun da önünde. Boyuncuğunda kalın bir ip. Kim bilir hangi avcının tuzağına inmişti. Hepimiz bir kazın arkasındaydık demem o ki Nereye dedim kocakarıya. Bana döndü. Leçeğindeki gül sallandı. Bu acıklıydı. Kocamı arıyorum, dedi. Baltasını buldum, kendisi yok. Uzun bir koridordaydık. Dört yanı açıktı yolun. Yukarı çıkıyorduk. Kocakarı aniden kayboldu. Kazı da alıp hem de. Benimle yürüseydi eğer, butlarına vurup ağlayacaktı Dayanamazdım. Bu çok acıklı olurdu. Ağzı kırık bir kedi, uzun uzun inledi bir yerde. Belki de çöpün kıyısındaki kediydi. Onu görmüştüm ama geçip gitmiştim öylece. Ağzı kırık kedi arkamdan bakıyordu. Ağzında kalın bir akıntı. Sarı bir kedi. Çöpün kenarında. Ve kıştı. Çöp boştu çünkü iri kedilerden geriye bir şey kalmamıştı. İyi ki de kar yağmıyordu Bu çok acıklı olurdu. Bir baktım ki Kandıra’dayım. Eski bir evin dibine çıkmışım. Oysa bu değildi dileğim. Şaşkınlığımı gördü nenem. Nerenin toprağından yaratılmışsan, orada kurulur otağın dedi. Önüm sıra geçti yakası yağlı adamlar. Kazma kürek bir bidon su. Uzak evlerin balkonunda çamaşırlar uçuşuyordu. Eski bir duvarın kıyıcığında durdu adamlar. Başlarını salladılar. Sarı kedi hiç susmuyordu. Ağzı kırıktı oysa. Ben de ağlamalı mıydım? Annem çaydanlığı kaldırdı sobanın üzerinden. Çamaşırlar sobanın üzerine damlıyordu Ve cızırtılar o kadar dokunaklıydı ki. Bir de ben mi ağlayaydım. Hayır. Bu çok acıklı olurdu. İnsanlar bir yerlerdeydi daha. Henüz hava kararmamıştı. Kimse kimseyi merak etmiyordu henüz. Kimse geç kalmış sayılmıyordu. Ama ben yükselemiyordum, ne oldu? Gök mü bitti? Koridor mu bitti? Yakası yağlı adamlar, çukura bakıp düşündüler. Biri sol yanına tükürdü üç kere. Kazma küreği toplayıp bir çuvala doldurdular. Ben gördüm her şeyi. Orada ellerinde papatyalarla bekleyen kimse yoktu. Allah yakası yağlı adamları yolladı vekaleten. İyi ki de öyle yapmış. Kendi gelseydi eğer İki çift lafım vardı bir damla da gözyaşım. Isırdığım yarım ekmek masada, içmediğim sular, ciğerime çekmediğim kokular vardı. Yatağımın altında çoraplarım Her şey o kadar yüzüstü kalmıştı ki Bir de Allah’ın gelmesi mi? Bu çok acıklı olurdu… |