Okuduğunuz şiir 10.10.2012 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
ÖYLE YAPMA II
Öyle yapma Cano Ağlama. İhtiyar bir kederimiz var bizim Gözlerimizdeki sebilde yundukça gencelen Arsız, yapışkan ve bize annemizden daha sadık bir keder.
Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış Senin olmayan ölümcül bir adamın yüzüne bakar gibi Korkuyla camdaki suretine bakıyorsun. Şehrin bütün uzak yol arabaları Burnunun üzerinden geçiyor. Alnının tam ortasında Lekeli bir sokak lambası var, Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar. Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.
Senin için eteklerimde bir yığın Alp biriktirdim. Kollarını iki yana açıp Özgürce ağlaman Bağırman Ve sesinin yankısında kendini bulman için. Böyle karlar dökülecekti yüzüne Resim dersinde çizdiğimiz gibi Bir eğreltiyi anımsatmayan ve Altıgen olmayan Doğal karlar.
Cano, öyle yapma Titretme dudaklarını Çatımızın çatına dayanmış bir silah gibi Soğuk bir tehditle bekliyor bizi Hayatın batak yakasından Yani senden gelecek Acı haber.
Bütün köşelerin tutulduğunu düşünüp Çareyi yukarı çıkmakta bulacaksın diye Gökyüzüne bakmaktan vazgeçeli Yıllar oldu. Sen bilebilir misin Kırk yaşında bir çocuğun Gelip geçen uçakların gürültüsünde Kulağını yere dayamasının Ne demek olduğunu? Bodruma baca açmanın Ve o bacada leylekler beklemenin, Karın ve yağmurun toprağı yararak yükselmesini hayal etmenin Çılgınlık olduğunu bile bile Kendi kendine çift eşeyli bir yeryüzü uydurmanın Nasıl bir azap olduğunu…
Gökyüzü yok Cano O gördüğümüz kırık bir katır tırnağıdır. Gökkuşağı, teneffüslerde atladığımız urgandı, Altında kaldık. Bizi çiğnerken yara alan bir boşluğa Hayal baloncukları bırakma artık. Orda bizim için büyütülmüş bir cehennem Düşlerimiz için elestten beri yağlanan urganlar Yarısı kırık çocuk suretleri var Mutmain bir tavan arası gibi Ne bulduysak sakladığımız gökyüzümüz Artık uçurtmaların uçtuğu O tanıdık boşluk değil.
Yerde kal Cano! Seninle yan yana İki boş mezarın başında Analar çocuklarından kaçıncaya kadar, El ele Hiç kimse gibi gömülmeden haşrolmayı bekleyelim. Bir mağarada ağlayarak şarkı söyler gibi Soğuk bir suyu göğsümüze döker gibi Cennetle müjdelenmiş ölü bir annenin yüzüne bakar gibi Bariz bir keder ve mutlak bir sevinçle Rabbin hepimizi bir çırpıya dizeceği güne kadar Yerde kal Cano!
Bir de…Şairlere inanma! Dumanlı bir kenar meyhaneye dönmüş aklında Hiç yaşamadıkları acılarını anlatan Saba makamında isyanlar örterler sinekli yaralarına. Kara kış ortasında Aniden uyanıp sabaha karşı Keçi kılından bir yorgana sarılır gibi sarılmak istersin İçinden sana benzeyen cenazeler geçen dizelere
-Kara kış olmaz deme Cano. Hiç değilse şimdi inan Beyaz diye bir rengin olmadığına. Bunu bir kere daha söylemeyeceğim Lütfen içinden tekrarla: Beyaz, hiçbir renk olmayan boşluklara verilen addır. -
Şiirler diyorum… Toprağın, Asla iç açılarını hatırlayamadığın Bir dikdörtgen gibi kesilişine İç acılarını sayıklayarak bakarsın. Annemi görürsün belki Kucağında henüz doğurduğu bir mermer parçasıyla Hayırlı olsuna gelenleri Bedbaht bir tebessümle selametlerken. Ufukta bir nokta Gittikçe genişler ve tam önünden geçer. Kaldırırsın başını Penceresi küflenmiş viranene bakarsın Orda duruyordur hala süt dişin Duvardaki eskimiş yara kabuğunun altında. Yatağının üzerindeki yorgan Az evvel sıyrılıp altından kalkmışsın gibi Sıcak ve pembe. Kol düğmeleri kopuk önlüğünü Avludaki çalı yığınının üzerinde Görünce umutla gülümsersin Sonra… Bir zamanlar neye benzediğini düşünüp Salonda asılı aynada Tıraş sabunu lekelerinden başka hiçbir şey göremeyince Öldüm dersin. O zaman bir tabiri olur belki Rüzgarın duvar dibine sürüklediği yapraklar gibi Dikdörtgenin kenarına yığılı duran Kan ve et birikintilerinin. Senin için düğümledikleri dillerinden dökülen Acılı dualara amin dersin. Dersin Cano, biliyorum. Şu an beş dakika sonra pıhtılaşacak bir damla kan gibi Mutsuzca damarlarından geçiyorum.
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
ÖYLE YAPMA II şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ÖYLE YAPMA II şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Beşir Fuad ismini duymuş muydunuz kendi intiharını kanını akıtırken yaşamla ölüm arası o son anları yazmış Gerçi şair degildir ama Şairlere inanma yerde kal Aslinda daha önce görmüştüm bu şiiri ama bazen bir satır bile fazla gelir bana okumadım yani. Beni bu yoruma sevk eden yada bu sayfaya yeniden sevk eden de bir siir altında koskoca bir yorumuzun olması Gerçekten bazen bazı sabırlara saşırıyorum. Taktir ettim. Saygılar.
Özür dilerim yanlış anlama için. Evet bende biraz uzuyor yorumlar. Kabul ediyorum benden ötürü. Açıklama yapmak durumunda bıraktığım için kusura bakmayın. Okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Saygılarımla.
Yanlış anlamışsınınz yada ben anlatamamışım şiiriniz okuduktan sonra Yorum yazdım. Ki ben okumadığım şiire yorum veya beģeni bırakmam. Yani o gün gelip baktım okunadım itirafin daha önce geldiğim zaman için dedim ya bazen bir satır ağır gelir bana okuyamam. Sayfanıza gelip tekrar bakmamın sebebi bir yorumda ki uzunca satırlarınız Sabrınızı taktir etmemin sebebi bir şiir altinda sabır gösterip bu kadar söz dökmeniz. Niyeyse sizin sayfanızda yorumlar ve cevaplar uzuyor bakın bende uzattım. neyse ben şiir altlarında bu denli yazmqktan hoşlanmiyorum. Saygılarınla.
Merhaba. Evet duydum o ismi. Adınızı görünce mutlu oldum açıkçası. Şiir gibi bir iddiam olmasa da. Okumamışsınız gerçi ama. Ve itiraf etmeliyim; "Beni bu yoruma sevk eden yada bu sayfaya yeniden sevk eden de bir siir altında koskoca bir yorumuzun olması. Gerçekten bazen bazı sabırlara saşırıyorum." bu sözlerle neyi anlayamadım sanırım. Açıklarsanız sevinirim, açıklamazsanız da canınız sağ olsun. Saygılar.
Şiir nasıl olmalı sorusunun cevabı muamma hala. Ben uzun şiirleri okumayı severim. Belki ben başarılı olamamış olabilirim, uzatarak sıkmış da olabilirim. Ama hakkıyla yazılmış çok güzel uzun şiirler var. Yani şiirin bir kalıbı olmamalı bana göre. Uzun kısa, hece serbest...Okurun algısı ve zevkleriyle alakalı bir durum bana göre. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Çok şiir yazamıyorum. Öykü yazmaya yoğunlaştım. Şiir çok başka dal. Ne yapsam az ve öz anlatımı ıskalıyorum :) Kalem uzun öykülere aşılınca şiirler de öykümsü duruyor. Buna rağmen beğenmenize sevindim. Çok teşekkür ederim. sevgiler.
Çok şiir yazamıyorum. Öykü yazmaya yoğunlaştım. Şiir çok başka dal. Ne yapsam az ve öz anlatımı ıskalıyorum :) Kalem uzun öykülere aşılınca şiirler de öykümsü duruyor. Buna rağmen beğenmenize sevindim. Çok teşekkür ederim. sevgiler.
Yaz sıcağında soğuk su içer gibi okudum Aslında şiir değildi coşkuyla okuduğum Bir ömrü anlatmıştı, şiirsel roman gibi Örfü, geleneği, töreyi dillendirmiş masal misali Her mısrada konuşuyor Şiirin her ögesi Her satırda canlanıyor film gibi gerçeğin resmi
Siz gibi kaliteli şairleri okumanın şiir okumanın zevkini de aşan bir yanı var
Ayakları yere basmak. Daha çok yol yürüyecek olmanın, kırk fırın ekmek yiyeceğinin ayrımına varmak bile haz.
Hakkınızda yazılan tanıtım yazıları bir nebze farkındalık sağlıyor insanda.
Fakat yanlış anlamadıysam en son 2012'de şiir yayınlamışsınız. Zirve de nokta koymuş bir eda. Kim bilir yazıyor da olabilirsiniz hatta başka yayınlarda yer vermiş de olabilirsiniz.
Güne düşen yüreği, emeği, kalemi naçizane kutluyorum.
Güzel sözleriniz için gönülden teşekkür ederim. Evet en son 2012'de yazmışım. Çünkü ben pek şiir yazmıyorum. Öykü yazmaya çalışıyorum. Hakkımda yazılan yazılar tamamen benim insiyatifim dışında. Bana kalsa böyle bir şeyi istemem. Ama o abimiz hem çok vefalı, hem de okumayı irdelemeyi çok seven birisi. Hem iyi bir kalemdir, hem iyi bir okur. Mahcubiyetimi size tarif edemem.
Tekrar sayfama konukluğunuz için teşekkür ediyorum. Saygı ve selam ile...
Tebriklerim günün şiirine çok değerli şairi Aynur Engindeniz’e iyi ki varsınız sevgilerimle..:)
Çok değerli şair-yazar TunçAY dost
Harika yorumunuz vesilesiyle güne düşen “ÖYLE YAPMA II” şiirini okumuş oldum vesile olduğunuz ve hayata kattığınız cümle güzelliklere gönül dolusu teşekkürler iyi ki varsınız şanssınız..:)
sayfada şiir üzerine farklı güzel yorumlar yapılmış siz ne dersiniz bu düşünceme bilemem ama ben de düşüncemi açıklayayım bari..:)
sevgili Aynur Engindeniz güne seçilen emek dolu güzel çalışması bende “mensur şiir” etkisi uyandırdı bilindiği üzere
Mensur şiir: ( poem em prose => düz yazı tarzında şiir )
düz yazı şiir arasında kendine özgün bir alan oluşturan özgün bir tür..:)
edebiyatımızda bu yeni türün ilk örneklerini veren aynı zamanda onun isim babası Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası “İlk büyük Türk romanı” olarak kabul görmüş Aşk-ı Memnu'nun yazarı Osmanlı İmparatorluğu'nun Sultan Reşat devri Mabeyn Başkatibi ve Ayan Meclisi üyesi Halid Ziya Uşaklıgil’in Mensur şiirilerinden annesinin ölümü üzerine ölüm- hayat sorgusuyla kaleme aldığı “Mezardan Sesler” mensur şiirini hatırlattı..:)
“Mezardan Sesler'de insanoğlunun kainatın yüzlerce,binlerce yıldır kesintisiz olarak süregelen kozmik zamanına nisbetle kısacık olan ömrü içinde, içine yuvarlandığı bu gaileli, sefil ve zulümlerle, fesatlarla dolu hayatının değişik vechelerine dair yapılan kısa kesit tasvirlerinden sonra Halid Ziya, insanlığın asırlardır yaşadığı bütün bu hayhuya karşılık, aslında her şeyin bir aynadaki akisten ibaret olduğu düşüncesi üzerinde durur:
"Sen vücudunla mağrursun. O vücut bir aynanın üzerine akseden suretten ibarettir. Ayna o suretin cilvegah-ı in'ikasıdır. Onu bir ziya resmetti, sen hiçsin!" (s.21)
Burada Halid Ziya tasavvufta vahdet-i vücud düşüncesinin izahı için çokça başvurulan ayna-akis, perde-gölge motifine başvurur.
"Yalnız O mevcud, O baki! Bütün bu suver-i muhtelife-i hayat bir zıll, bir hayal, bir hiç-i mutlak!.." (s.45)
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU’na ait bir başka mensur şiir..:)
Erenlerin Bağından
“Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası...
"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu." Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri... Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken "Geçme! Dur!" diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir "Eyvah!" ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle, gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?” …Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Tekrar emeği geçenleri kutluyorum yürekten iyi ki varsınız güzel canlar..:)
Çok gecikmiş teşekkürümü kabul edin güzel insan. Siz her zaman gözümde naif bir hanım olarak vücud buldunuz. O yüzden başkalarına yaptığını yorumları da hep ilgiyle okurum. Bildiğiniz gibi ben şiir yazmıyorum. Alanım öykü. Buna rağmen şiirlerimi beğenmeniz ve böylesine emek dolu bir yorumda bulunmanız benim için inanılmaz güzel. Tekrar çok teşekkürler.
Uzun zamandır hep içimde bir ukde kaldı, şu şiirin ikincisini özümseyip yorumlayamadım diye, Suçlu hissettim hatta, vicdan azabı çektim, yine başladığım bir işi yarım bıraktım diye. (Baktım daha önce 14.08.2013 ve 02.07.2013’lerde yeltenmişim yazmaya :( Ama heyhat, bu günlere kısmetmiş.)
Şimdi, haydi Bismillah...
ÖYLE YAPMA II
Öyle yapma Cano Ağlama.
Şiirin giriş cümleleri, daha baştan okuyucuyu içine çekiyor. Karşı konulmaz şekilde... "Öyle yapma" ifadesi birçok soruya yol açıyor. Daha yeni Bismillah dedik, noluyor, ne yapılmıyor diye bir soru yükseliyor zihinlerimizden. En sevilen varlıklara, ya da kendisine zarar gelmesinden en çok korkulanlara karşı gösterilen bir duyarlılık ortaya çıkıyor, kalbi titriyor sanki Cano'ya seslenen kişinin: (Dur, sakın, öyle yapma...)
Hemen sonrasında, ne yapılmaması gerektiği kendisini gösteriyor. Kısa, tek kelime... Son derece çarpıcı, bir o kadar tanıdık, bir o kadar derin ve kişisel dünyalarımızda çook uzaklara mesajlar gönderen: "Ağlama". Kendi başına o kadar çok şey anlatır ki bu tek kelime... Mantık mücadelesi çerçevesinde, nedenini nasılını araştırmadan sarf edilen bir "Ağlama" ifadesi... İfadeler içinde en zirveye çıkmış, her ne olmuşsa, ne kadar önemliyse, nedense, nasılsa... Fark etmez, sen yeter ki "Ağlama" ve sadece "Ağlama" Cano...
Kelimelerinin sıralamasının büyüsünden kaynaklanan, toplamda iki satır ve dört kelimeye sığan bir yalvarma ifadesi...
İhtiyar bir kederimiz var bizim
Gözlerimizdeki sebilde yundukça gencelen
Arsız, yapışkan ve bize annemizden daha sadık bir keder.
Yukarıdaki kısımda, kederinin tarifini yapıyor. Bir önceki şiirde tam bir kişilik biçememiştik Cano'ya. Belki de budur şiiri büyüleyici kılan... Öyle değil mi, sevilecek, insanın Can'ı olacak o kadar çok şey oluyor ki hayatında... İşte burada bu sevgili ile sahip olunan ortak kederin tarifi... Ve bu keder ihtiyar, yaşlı. İhtiyar kelimesinin en başta gelmesi, bu kelimeye büyük bir vurgu yüklemiş. Yukarıdaki ikinci dizede, Gözler birer sebile benzetilmiş. Birer çeşme diyelim. Ve orada yundukça, yani yıkandıkça gençleşen bir keder bu. Gözyaşlarının eşliğinde daha da genç olan bu keder de ne ola? İlk başta tam anlaşılmayan bu ifade o kadar etkileyici ki... Yaşlılık genelde olumsuz ve kötü; gençlik ise iyi ve olumlu sıfatlardır. Peki ya bu sıfatların yakıştırıldığı kelime "keder" gibi bir üzüntü mirası ise? Başka bir ifade ile, her ağlayış acıları yeniden doğuruyor, her göz yaşı, artık belki dayanılabilir hale gelen hüznü yeniden tutuşturuyor... İşte bu keder, Cano ile Anlatıcının yakasını bir türlü bırakmıyor. Arsız, laftan sözden anlamaz, inatçı belki; diğer taraftan anneden bile sadık bir üzüntüden, böylesine çok görmeye alışık olmadığımız bir hüzünden bahsediliyor.
Burada, klasik tanımlamalara pek uymayan bir üzüntü tarifi. Cano ile birlikte bir dert çekiliyor orası amenna; ancak bu kederden gerçekten bir sıkılma ya da kurtulma isteği mi var orası biraz muğlak. İşte bu muğlaklıktır bu şiiri böylesine ilgi çekici yapan. Anne gibi sadık bir keder...
"Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş, Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş" diyen Niyazi-i Mısri akıllara geliyor.
Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış Senin olmayan ölümcül bir adamın yüzüne bakar gibi Korkuyla camdaki suretine bakıyorsun. Şehrin bütün uzak yol arabaları Burnunun üzerinden geçiyor. Alnının tam ortasında Lekeli bir sokak lambası Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar ı var,. Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.
Bir tablo sunuluyor burada okuyucuya, hemen her insanın hayatının bir döneminde kendisinin de oluşturduğu bir tablo... Şiirin kalitesini bu bölümde daha ilk dizeden anlamaya başlayabilirsiniz dostlar. “Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış” ifadesinde, pencere sözcüğünün hiç geçmemesi ancak anlaşılmadı, çok başarılı. Her bir cümlede, derin anlamlar yüklü, açıkla açıkla bitmeyecek belki. (Benimkisi aslında daha çok bir anlama çabası, paylaşıyorum anladıklarımı bu arada) Özellikle yağmur kar gibi havalarda, daha çok da hasta vs. olup insan evde kaldığında, pencerenin kenarına dirseğini dayayarak şöyle bir bakar. Orada kendi suretini görür, suratının yansımasını… Uzun süre insan kendisine baktığı zaman, mesela aynı şey aynada uzun süre kendi gözlerinin içine bakınca da gerçekleşir, insan karşısındaki vücudun kendisine ait olmadığını, kendisinin başka bir şey olduğunu, aslında bir cesetin içerisine hapsedildiğini düşünür. (Bu bölüm aynı zamanda, ileride açılacak ahiret ve ölüm konularına da bir gönderme yapmaktadır.) Ufak bir ürperti gelir insanın içine. Tıpkı burada ifade edildiği gibi, “Senin olmayan” ve “ölümcül” bir adamın yüzüne bakmak gibi. Şehrin bütün uzak yol arabalarının burnun üzerinden geçmesi… Belki buraya iki anlam yüklenmiş. Öncelikle “uzak yol arabası” ifadesi ile bir hüzün katılmış, buradan da esirgenmemiş şiirin tamamına hakim olan bu duygu. Uzak demek gurbet demek. Bu durumda şehrin arabaları ilk olarak gerçekten de camdaki yansımada yer alan burnun üzerinden geçiyordur. İkinci olarak bu gurbetlerin, ayrılıkların geride bıraktığı üzüntülü duygular, insanın burnunun direğini sızlatır bir şekilde şiirdeki camdan bakan kişinin ağlamasına sebep olmuştur. Devamında lekeli sokak lambası be ağzına basa basa insanların evlerine girmesi de, yine bu camdaki yansımada sokak manzarası ile şiirde cama bakan kişinin yüzlerinin birleşmesi sonucunda ortaya çıkan ilginç bir manzara.
Ve neden bu ilginçlik, gariplik diye düşünürken insan, bu kıtanın sonunda vurucu dizeler geliyor: “Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim,/Arkası görünen aynalar,/En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.” İnsan bu dizeleri okuyunca, bir şaşkınlık, bir hayranlık bir düşünce dünyasına giriyor. Şiirde Cano’ya seslenen kişi, pencere camını arkası görünen aynalara benzetiyor. Ve sokak sureti ile insan suratının birleşmesini, mesut ve güler bir yüzün ezilmesine, neşesinin sevincinin yok olmasına benzetiyor. İşte burada daha derinlemesine bir düşünce işine girişmemiz gerekiyor. Bir önceki şiirde (Öyle Yapma Cano), Cano’nun sevilen bir çok şeye benzetilebilmesi ile birlikte, daha çok gurbete giden birinin geride bıraktığı bir anne, bir kardeş gibi bir kişiyi temsil ediyor olabileceğini duymuştuk. İşte burada sembolik olarak açıklamak gerekirse, şiirde Anlatıcı konumunda bulunan gurbetteki sevdiği kişiyi düşünen ve hüzünlenen Cano, bu üzüntüsünü etrafındaki insanlara, belki komşulara vs. anlatarak, adeta arkası görünen bir aynadan, yani pencere camından dışarı bakıyor. Bu durumda üzüntüsünü açığa çıkarıyor. Gurbettekinin hüznü ile uğraşan Cano’ya belki mahalleliler, komşular da bir başka keder kaynağı oluyorlar, kafasına bin bir fitne fesat düşünce sokarak, Cano’nun daha da üzülmesine sebep oluyorlar. Oysa Anlatıcı Cano’yu uyarıyor, pencere camından dışarı bakma Cano, çünkü insanlar seni üzecekler, en mesut insanları bile üzebilir onlar! “Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim,/Arkası görünen aynalar,/En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.”
Senin için eteklerimde bir yığın Alp biriktirdim. Kollarını iki yana açıp Özgürce ağlaman Bağırman Ve sesinin yankısında kendini bulman için. Böyle karlar dökülecekti yüzüne Resim dersinde çizdiğimiz gibi Bir eğreltiyi anımsatmayan ve Altıgen olmayan Doğal karlar.
Bu bölümde ilk dizedeki “eteklerinde Alp biriktirmek” ifadesi yine okuyucuyu şaşırtan bir ifade. Dağların eteklerinde kar birikir. Ancak Alp dağları sanki Anlatıcı olmuş, eteklerindeki karlar ise Alp dağları. Bu durumda, gurbete gitmiş Anlatıcının belki Avrupa’ya bir yerlere gitmiş olabileceğini düşünebiliriz. Cano’nun kollarını iki yana açıp özgürce ağlaması da, sokakta, mahallelilere derdini dökmesindense, dağların o her zaman Yaratıcıyı hatırlatan kudretine sığınması için olabilir.
Cano, öyle yapma Titretme dudaklarını Çatımızın çatına dayanmış bir silah gibi Soğuk bir tehditle bekliyor bizi Hayatın batak yakasından Yani senden gelecek Acı haber.
Şiirimizde her zaman hakim olan duygu, Cano’nun üzülmemesi uğraşı, devam ediyor. Bu ağlayış, bu üzüntü ya da geride bırakılandan gelecek herhangi bir haber, Anlatıcının sürekli korktuğu, ürktüğü bir durum. “Titretme dudaklarını” diyerek bütün her şey anlatılmış. Bu şiirde fazlalıklara, gereksiz ifadelere hiç yer yok. “Çatımızın çatına”daki ilk “çatımız” ifadesi, insanın başı yani en yukarı kısmında bulunan kısmını ifade ediyor. Silah, soğuk, tehdit ifadeleri birbirlerini destekleyerek gitmiş.
Bütün köşelerin tutulduğunu düşünüp Çareyi diye yukarı çıkmakta bulacaksın Gökyüzüne bakmaktan vazgeçeli Yıllar oldu.
Bu kıtayı biraz bölerek gidelim. Anlatıcı Cano’ya o kadar büyük bir hasret çekiyor, onu öylesine özlüyor ki… Cano… dedik ya, belki bir anne, belki bir kardeş, belki bir ilk okul arkadaşı, ya da bir sevgili… Onun bir şekilde Anlatıcının yanına gelememesinden, önüne sürekli engeller çıkmasından dolayı, Anlatıcı onun bir uzay mekiği gibi dik bir şekilde yukarı doğru yükseleceğini bile düşünmüş. Bu umutla her gökyüzüne baktıkça da bir hayal kırıklığı yaşadığından dolayı, artık bakmaktan vazgeçmiş. Yıllar önce… Bu yukarı çıkmak meselesini, uçakla bir yere seyahat etmek olarak da alabiliriz.
Sen bilebilir misin Kırk yaşında bir çocuğun Gelip geçen uçakların gürültüsünde Kulağını yere dayamasının Ne demek olduğunu?
Ki, hemen burada, Anlatıcının uzaklarda bir Cano beklediği, uçakları gözlediğini görüyoruz. Ne kadar güzel ve nev-i şahsına münhasır ifadeler… Öylesine içten, öylesine samimi… Bu dizeler, küçükken tren raylarına kulağımızı dayayarak acaba tren geliyor mu diye tahmin etmeye çalıştığımız zamanları hatırlatıyor. Kırk yaşındaki bir insan o yüzden çocukluk samimiyetine geri dönüyor. Bu kez trenin gelmesi için değil, uçağın gelmesi için kulağını mecazi olarak yere dayıyor.
Bodruma baca açmanın Ve o bacada leylekler beklemenin, Karın ve yağmurun toprağı yararak yükselmesini hayal etmenin Çılgınlık olduğunu bile bile Kendi kendine çift eşeyli bir yeryüzü uydurmanın Nasıl bir azap olduğunu…
Bodruma baca açmak ve o bacaya leyleğin yuva yapmasını beklemek. Belki Anlatıcı ile Cano’nun küçükken yaşamış oldukları böyle bir hatıra vardır. Bodrumdaki bacaya leyleğin gelip yuva yapmasını beklemek. Cano’nun gelişinin hayalinin imkansızlığını anlatıyor bu dizeler aslında. Anlatıcının gurbette ne zorluklar çektiği, ne büyük bir hasret içerisinde iki büklüm olduğu ve Cano’nun gelişinin ne tür imkansızlıklarla eşdeğer bir ihtimal olduğu… Kar ve yağmur gökyüzünden yağmasına rağmen, toprağı yararak yükselmezler, ama bunu hayal ediyor Anlatıcı, büyük bir çılgınlık. Diğer taraftan da son derece özgün bir bakış açısı. Kar ve yağmurun bir bitki gibi yerden fışkırması… Şimdi leyleklerin açıklaması geliyor: “çift eşeyli bir yeryüzü”… Bu dizeler bir şairin kabiliyetini gösteriyor dostlar! “Çift eşeyli gökyüzü” ifadesi, leyleklere gönderme yapıyor. Bu bölümde bir çok imkansızlığı bir araya toparlamış şair. Çift eşeyli bir yeryüzü uydurmak demek, leyleklerin çocukları getirmesi gibi, canlıların diğer bir çifte ihtiyaç duymaksızın çoğalabilmesi demek. Ama bu imkansız. Bu imkansızları hayal ediyor şiirdeki Anlatıcı. Leyleğin bebek getirmesinin imkansızlığı yetmezmiş gibi, bir de çatıların üzerindeki bacalara yapılan leylek yuvalarını, bodruma yapıyor hayalinde. Anlatıcı, bu kadar imkansızlaştırıyor hayallerini. Erkek ve Dişiler olmadan çocuk olmaz, çifte şeyli bir yeryüzü yok, ve rüzgar bulutları aşılamadan yağmur kar yağmaz, toprağı yararak fışkırmaz yağmur ve kar. Böyle imkansız beklentilerle, Cano’nun gelişi hayal ediliyor.
Gökyüzü yok Cano O gördüğümüz kırık bir katır tırnağıdır. Gökkuşağı, teneffüslerde atladığımız urgandı, Altında kaldık. Bizi çiğnerken yara alan bir boşluğa Hayal baloncukları bırakma artık. Orda bizim için büyütülmüş bir cehennem Düşlerimiz için elestten beri yağlanan urganlar Yarısı kırık çocuk suretleri var Mutmain bir tavan arası gibi Ne bulduysak sakladığımız gökyüzümüz Artık uçurtmaların uçtuğu O tanıdık boşluk değil.
Şiir bir söyleyiş güzelliği ise ve az sözle bir anlam derinliği yakalamak ise, şairimiz bunun zirvelerinde dolaşmakta. Bu kıtada, hayaller umutlar, ancak dolusuna kırık dökük hayaller var. Önceki kıtalarda zaten Anlatıcının gökyüzüne bakmaktan yıllar önce vazgeçtiği belirtilmişti. Artık umut etmek yoktu çünkü. Burada sanki o parantez genişletilmiş. Bir sitemle çıkışılıyor Cano’ya, ancak suçlayıcı bir sitem değil; başını dayamak için samimi bir omuz arayan bir sitem…Artık umutlar yok, bütün o güzellikler yok. Gökyüzüne bakınca küçüklükte görülen bulutlardan müteşekkil hayaller, altından geçilince cinsiyet değiştirileceği ya da bir ucunda küp dolusu altın bekleyen cücelerin olduğu gökkuşağı yok artık. Gökkuşağı birden bir urgan oluyor ve ilkokulda ip atlama oyununa geçiliyor. Harika bir anlatım. Unutulmayacak bir benzetme daha… Cano belki bir ilkokul arkadaşı, belki bir ikiz kardeş… Hüzün keder şimdi bütün o rengarenk neşenin yerini almış, sanki o gökkuşağı yıkılmış, çökmüş, viran olmuş ve Cano ile Anlatıcı altında kalmışlar. O yüzden artık gökyüzündeki gökkuşağı, kırık bir katır tırnağı halinde gözüküyor Anlatıcının gözüne. Öylesine sevimsiz, öylesine marjinal…
Bu kıtada hayal kırıklıkları yine gökyüzünün eski gökyüzü olmadığı benzetmesi üzerinden başarılı bir şekilde anlatılmaya devam ediliyor. Hayaller artık bitmiştir, umutlar tükenmiş, üzerlerine çökmüştür. “Yeni umutlar üretme Cano” diyor Anlatıcı, “Umut verme” diyor. Gökyüzüne uçan balon bırakmasını istemiyor, bu uçan balonları da “hayal baloncukları” gibisinden eşsiz bir ifade ile anlatmış şair. Çocuklukta bütün hayallerin biriktirildiği gökyüzünde, artık Anlatıcı bin bir elem görmektedir. Bütün insanlarda bir iç ferahlaması meydana getiren, huzur ve mutluluk veren gökyüzü, Anlatıcı için keder kaynağı… “Orda bizim için büyütülmüş bir cehennem/Düşlerimiz için elestten beri yağlanan urganlar” bulunuyor diyor. Cehennemin den sonsuz büyüklükte olsa da, Kur’an’da genellikle cennetin ferahlık ve genişliğinden bahsedilir. Al İmran sureti 133. Ayette, “Rabbiniz tarafından mağfirete, genişliği göklerle yer kadar ve müttakiler için hazırlanmış bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun!” denmektedir örneğin. Ancak burada şair bir tezatlık dile getirmiş. Herkese cennet, kendilerine ise bir cehennem azabı var sanki. Hayalleri için ise, ruhlarımız ile Allah arasındaki sözleşme gününden, elestten beridir yağlanan azap urganları benzetmesi kullanılıyor. Gökkuşağı, o her türlü güzel duygunun temsilcisi gökkuşağı, artık cehennemde azap için hazırlanan yağlı urganlara dönüşmüştür.
Yerde kal Cano! Seninle yan yana İki boş mezarın başında Analar çocuklarından kaçıncaya kadar, El ele Hiç kimse gibi gömülmeden haşrolmayı bekleyelim. Bir mağarada ağlayarak şarkı söyler gibi Soğuk bir suyu göğsümüze döker gibi Cennetle müjdelenmiş ölü bir annenin yüzüne bakar gibi Bariz bir keder ve mutlak bir sevinçle Rabbin hepimizi bir çırpıya dizeceği güne kadar Yerde kal Cano!
İlk şiirde olduğu gibi yine burada da dini referanslar görüyoruz. Hayran olmadan edemiyor insan tabi. Yerde kal Cano ifadesini anlayabilmek için, Cano’nun “Bütün köşelerin tutulduğunu düşünüp/Çareyi diye yukarı çıkmakta bul”mamasına bağlamamız gerekiyor. “Gelme!” diyor, yerde kal. “Uçaklara atlayıp yanıma falan gelme, vuslat bize değil bu dünyada” diyor. Peki ne zaman, ahirette! İki boş mezar, Anlatıcı ve Cano’nun mezarları. Ancak herkes gibi gömülerek değil, gömülmeden haşrolmak, yani dirilmek istiyorlar. Anaların çocuklarından kaçtıkları gün ise, Yeniden Diriliş günü! Kıyamet Günü! Abese Suresi 33-36. Ayetlerde; “Ama vakti gelip de o kulakları patlatan dehşetli gün geldiği zaman, İşte o gün kişi kardeşlerinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.” Denilmektedir. “Bu gün biz buluşalım, o dehşetli zamanda birbirimizi bari orada bulalım” denmektedir. “Bir mağarada ağlayarak şarkı söylemek”, “soğuk suyu göğse dökmek” ve “cennetle müjdelenen ölmüş bir annenin yüzüne bakmak gibi” ifadeleri, son derece dikkat çekici, dikkatleri yeniden toplayan çok etkileyici benzetmeler. Bu kıtada özetle, dünyada buluşmanın imkansızlığından dolayı, ahirette ve hatta kıyamet gününde buluşmak istenmektedir.
Bir de…Şairlere inanma! Dumanlı bir kenar meyhaneye dönmüş aklında Hiç yaşamadıkları acılarını anlatan Saba makamında isyanlar örterler sinekli yaralarına. Kara kış ortasında Aniden uyanıp sabaha karşı Keçi kılından bir yorgana sarılır gibi sarılmak istersin İçinden sana benzeyen cenazeler geçen dizelere
Şairlere inanmamak gerektiği önceki şiirde olduğu gibi burada da geçiyor. Yılmaz Erdoğan’ın da dizelere döktüğü anlam “fiyakalı değil onun acısı benimkinden,/sade güzel olan kelimeler,/ kelimeler…” Şair burada kendi yaptığı işi yansıtıyor bir anlamda. Bu açıdan bir postmodern öğe olduğunu söyleyebiliriz bu kısmın. Şiirde, şairlere çatılıyor. Şairin zihin dünyası, dumanlı bir kenar mahalle meyhanesi gibi. Yaşanmamış acıların anlatılması eleştiriliyor. Ezeli ve ebedi terazi: Yaşamadığı acıyı anlatınca samimiyetsiz mi davranır şair; yoksa esas maharet hiç yaşamadığı ruh hallerine bürünüp, başkasının duygularının tercümanı olmak mıdır. Bu sorunun cevabını bilemiyorum. Şairlerin işleri çok etkileyici ifadelerle anlatışmış bu kıtada. Yine Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi Şiir Şairin tesellesi ve mecbur kaldığı, sığınmak zorunda olduğu bir liman gibi… Belki burada şairimiz kendisi ile hesaplaşmaktadır. İlahi bir iç çekişme ile “ben yalan mı söylüyorum, bu acıları çekmiyorum ya da en azından bu kadar şiddetli bir acı değil benimkisi” düşüncesinin verdiği vicdan azabı karşısında, seher vakitlerinde bastıran dizelerin kağıda aktarılması mecburiyeti. Şiir, bu yüzden bir bağımlılık ve haz kaynağı!
-Kara kış olmaz deme Cano. Hiç değilse şimdi inan Beyaz diye bir rengin olmadığına. Bunu bir kere daha söylemeyeceğim Lütfen içinden tekrarla: Beyaz, hiçbir renk olmayan boşluklara verilen addır. -
Bu kıtada bütün vurgu beyaz rengine verilmiştir. Cano belki Anlatıcıya söylediği bir sözünde “Kara kış olmaz, kar beyazdır, kış beyazdır” demiştir ümitvar ifadelerle. Ancak Anlatıcı çok karamsardır. Kış tabi ki de “kara”dır, tıpkı ayrılıklar gibi der. Beyaz rengin varlığını inkar eder Anlatıcı, onun için beyaz, hiçbir rengin bulunmadığı boşluklar… Şekil olarak son dizeden önce geçen “Lütfen içinden tekrarla” ifadesi ile, şiiri okuyanlardaki dikkat hat safhaya çıkarılmakta ve son dizenin vurgusu daha da artırılmaktadır.
Şiirler diyorum… Toprağın, Asla iç açılarını hatırlayamadığın Bir dikdörtgen gibi kesilişine İç acılarını sayıklayarak bakarsın.
Bu uzun kıtayı bölümlere ayırarak devam edelim. Bir güzellikler kataloğu bu şiir. Eşsiz bir üslup olduğunu düşünüyorum açıkçası. Belki ağır, dikkat istiyor, ama büyük bir tat bırakıyor. Bu kıtanın tamamına yine ölüm duygusu hakim. Kabrin dikdörtgenliği, “açı” ve “acı” sözcüklerinin benzerlikleri ile anlatılmış. Asla iç açılarını hatırlamazsın o kabir dikdörtgeninin, ancak iç acılarını asla unutmaz, sürekli ona bakarsın!
Annemi görürsün belki Kucağında henüz doğurduğu bir mermer parçasıyla Hayırlı olsuna gelenleri Bedbaht bir tebessümle selametlerken.
Annenin yeni dünyaya getirdiği bebeğe, bir mezarın mermer taşı olarak bakılması, ne kadar da ürpertici değil mi dostlar. Hayırlı olsuna gelenlere anne bedbaht bir tebessümle karşılık veriyor. Ölü mü doğmuştur bebek, yoksa ileride elbet öleceğini bildiğinden midir annenin hüznü? Bunu bilmiyoruz. Ancak bir önceki bölümde mezarın içerisine bakmaktadır Cano; şiir boyunca kendisine hitap edilen kişi. Belki de bu anne bu kabrin içerisinde belirmektedir, ki dehşete dehşet katan bir tablo. Ancak bu kıtada şiirlerin acımasızlığından bahsediliyor, belki bundan dolayı bu dehşet. Ya da başka bir bakış açısı ile Cano, ölmüştür. Acımasız şair, birkaç kıta keder uğruna, Cano’yu belki Anlatıcının kardeşi olan belki de ikiz kardeşi olan Cano’yu öldürmüştür. Her iki şiir boyunca bu sorunun etrafında döndük durduk; Kim bu Cano? Sevilen her neyse, bir çok şey, böylesine başarılı bir şairin benzetebileceği o kadar çok şey var ki Cano’yu. Harika bir şekilde isimlendirilmiş; Cano, canımdan bir parça, sevdiğim, belki kan bağı var, belki sevgi bağı, ancak sevilen… Belki de memleket özleminin adıdır Cano, kim bilir…İşte acımasız şair, Cano’yu öldürür. Şiirin sonuna gelmedik mi zaten, annesinin kucağında yeni doğan bir mezar mermeri şimdi Cano!
Ufukta bir nokta Gittikçe genişler ve tam önünden geçer. Kaldırırsın başını Penceresi küflenmiş viranene bakarsın Orda duruyordur hala süt dişin Duvardaki eskimiş yara kabuğunun altında. Yatağının üzerindeki yorgan Az evvel sıyrılıp altından kalkmışsın gibi Sıcak ve pembe. Kol düğmeleri kopuk önlüğünü Avludaki çalı yığınının üzerinde Görünce umutla gülümsersin Sonra… Bir zamanlar neye benzediğini düşünüp Salonda asılı aynada Tıraş sabunu lekelerinden başka hiçbir şey göremeyince Öldüm dersin. O zaman bir tabiri olur belki Rüzgarın duvar dibine sürüklediği yapraklar gibi Dikdörtgenin kenarına yığılı duran Kan ve et birikintilerinin. Senin için düğümledikleri dillerinden dökülen Acılı dualara amin dersin. Dersin Cano, biliyorum. Şu an beş dakika sonra pıhtılaşacak bir damla kan gibi Mutsuzca damarlarından geçiyorum.
Bu kısımda, ölüm anından sonra, Cano’nun gözlerinden gönlünden geçenleri betimliyor Anlatıcı. Çocukluklarına gidiyor, süt dişinin atıldığı ağıl ya da başka bir dam, çatıyı görüyor. Bereket getirsin diye…Eskimiş yara kabukları da illa ki bir yerlere saklanacak değil mi. Cano ile hatıralar geçidindeyiz anlaşılan şimdi. Harika bir benzetme yapılarak, insanın yataktan kalkışını, yaranın üzerinden kabuğun çekilip alınmasına benzetmiş şair. Takdire şayan! Deri işte, sıcak ve pembe. Burada izninizle başka bir bakış açısı getirmek istiyorum. Dişten başlayan bir süreç. Diş, beyaz ve sağlam. İnsanın dünyaya gelmesinin ilk rengidir beyaz, kutsal bir yolculukla yuvasına gider ve dünyaya gelene kadar anne şefkati… İlk başta beyazdık, herkes gibi… Sonra bir yaranın, bir yarığın içerisinden geçerek, çeşitli yaralara da sebep olarak, bir yorgan gibi bizi koruyan annemiz yoluyla, dünyaya geliyoruz. Doğum… Sıcak ve pembe: Bebek. Kol düğmeleri kopuk önlük, çocukluğumuz ve öğrencilik. Avludaki çalı yığınının üzerinde artık yakılmayı bekliyor. Artık işe yaramaz olmuş, belki bir tandırda son bulacak. O önlük bir ara çocukluğa götürüyor artık ölmüş olan Cano’yu… Bir umut, yad ediyor eski günleri. “Acaba neye benzerdim?” Cano ölmüş ve ruhu bendenden çıkmış, seyahat etmektedir. Neye benziyorum diye aynaya baktığında ise, aynada hiçbir şey göremez, çünkü artık o sadece bir ruhtur, beden az sonra mezara gömülecek. O zaman bedeninin olmadığını, artık öldüğünü Cano da anlıyor. İnsanın ölümü, rüzgarın yaprakları duvarın dibine sürüklüyor. Allahım ne güzel bir benzetme! İşte o zaman o dikdörtgen kabir çukurunun köşesinde yığılı duran kan ve et birikintisine, bir “ölü” deniyor. Şair ustaca anlatarak, Cano’nun öldüğünü ancak burada anlaşılır kılıyor. O vakit Cano’nun ruhu, kabrinin başında bekliyor ve kendi bedenine yapılan dualara “amin” diyor. Cano’yu hissediyor Anlatıcı, onun damarlarından geçen kan gibi, onu gözlemliyor. Bu kanın da pıhtılaşacağı, o kanın durması gibi Cano’yu anlatmayı artık bırakacağını söylüyor Anlatıcı.
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal.
Şairlerin zalimliğini, ressamlar ile kıyaslıyor Anlatıcı. Yarım bir portre düşünün, tuval üzerinde… Hiçbir işe yaramaz. Anlatıcı bunun tuvale verilmiş bir ceza olduğunu düşünüyor, çünkü portre tamamlanmamış, tuval üzerindeki insan sureti adeta canlanmamıştır. Ressam can vermemiştir burada. Oysa şair daha zalimdir. Eserine kendi kabrini gösterip, Cano’yu içerisine gömene kadar izleyecek ve bunu okuyucuya izlettirecek kadar canidir şair. Cano’yu öldüren şair aynı zamanda katildir de… Şairlere inanmamasını, şiirlere kanmamasını söylüyor Anlatıcı. Şairin buradaki bir iç hesaplaşmasını görüyoruz. Kendi ürettiği hayal ürününün de farkında. Bununla oynayarak ise, insan zihnini sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Öyle yapma. Ne olur Ağlama.
Şiirin tamamında hakim olan duygu, Cano’nun ağlamaması, burada tekrarlanmış. Nakarat edası ile. Ne kadar ölüp kabre girse de, Anlatıcı hala Cano’nun ağlamasını istememektedir.
Bir teselli bulma şiiri. Sevilene karşı beslenen onca büyük bir özlem, bir hasret, annenin çocuğuna gösterdiği bir hassasiyet ve ilgi; şefkat…
Bu şiir, bir önceki “Öyla Yapma, Cano” şiiri ile birlikte, son derece başarılı temsillerin, benzetmelerin, birbirlerini destekleyen ifadelerin, tezatların harika uyumunun, alışagelmedik benzetmelerin, dini referansların bir araya geldiği bir şölen olmuş. Her bir kelimesinden, her bir dizesinden hasret ve hüzün akıyor.
Cano; belki bir kardeş, belki bir çocukluk arkadaşı, belki bir anne ya da sevgili… Belki memleket. Anlatıcı madden uzaklaşmış anlaşılan Cano’dan. Cano hüzünlü. Engel olamayan bir çaba ile teselli arayışında olsa da Anlatıcı, bunu bir türlü başaramaz. Cano’yu teselli etmeye çalışırken, kendi yaralarına merhem arayışı ise ortada.
Aynur Engindeniz'in şiirde karşı olan haklı çekincesini biliyorum. Yanyana gelen kelimeler şiir olmaktan uzaktır. Söyleyiş güzelliği, anlam derinliği olmalı ve asla gereksiz kelimelere yer verilmemeli.
Ancak kendilerinin son derece özgün benzetmelere sahip olduğunu, bir üslubunun olduğunu ve bir kere okuyan kişiyi tekrar okumaya sevk ettiğini söylemek istiyorum.
Böylesine güzel bir paylaşım ile Defter'e ve biz okuyuculara yapmış olduğu değerli katkıdan dolayı, tebrik etmek haddimize düşmediğinden, teşekkür edebiliyoruz.
Edebi konuda umutsuzluğa düştüğümde yorumlarınızı okuyorum ve bu bana doping etkisi yapıyor inanın. Kendime başarabilirsin diyorum o zaman. Şiirden bu kadar iyi anlayan insanlar bunları söylediğine göre. Hatalarımı da hiç çekinmeden söyleyebileceğinizden eminim. Ki bu benim için daha faydalı. İnşallah birgün öykülerimi de okuyup değerlendirmenizi ümid ediyorum.
Çok ama çok etkilendim. İnanın 10 dakikadır ne diyeceğimi düşünüyorum. Müsaade edin, şu duygu selinden çıkayım. Şu kadarını söyleyeyim çok büyük ölçüde anlaşılmış şiir. Benim düşündüğümden farklı şeyler de düşündürmüş ki bu da çok güzel...Zaten Cano bir yaradır, hüzündür, bitmez bir kederdir. Bir de böyle dize dize vefayı görünce yorumunuzda...Gözlerim yaşardı, hem de hiç olmadık bir yerde...
Harika yorumunuz vesilesiyle güne düşen “ÖYLE YAPMA II” şiirini okumuş oldum vesile olduğunuz ve hayata kattığınız cümle güzelliklere gönül dolusu teşekkürler iyi ki varsınız şanssınız..:)
sayfada şiir üzerine farklı güzel yorumlar yapılmış siz ne dersiniz bu düşünceme bilemem ama ben de düşüncemi açıklayayım bari..:)
sevgili Aynur Engindeniz güne seçilen emek dolu güzel çalışması bende “mensur şiir” etkisi uyandırdı bilindiği üzere
Mensur şiir: ( poem em prose => düz yazı tarzında şiir )
düz yazı şiir arasında kendine özgün bir alan oluşturan özgün bir tür..:)
edebiyatımızda bu yeni türün ilk örneklerini veren aynı zamanda onun isim babası Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası “İlk büyük Türk romanı” olarak kabul görmüş Aşk-ı Memnu'nun yazarı Osmanlı İmparatorluğu'nun Sultan Reşat devri Mabeyn Başkatibi ve Ayan Meclisi üyesi Halid Ziya Uşaklıgil’in Mensur şiirilerinden annesinin ölümü üzerine ölüm- hayat sorgusuyla kaleme aldığı “Mezardan Sesler” mensur şiirini hatırlattı..:)
“Mezardan Sesler'de insanoğlunun kainatın yüzlerce,binlerce yıldır kesintisiz olarak süregelen kozmik zamanına nisbetle kısacık olan ömrü içinde, içine yuvarlandığı bu gaileli, sefil ve zulümlerle, fesatlarla dolu hayatının değişik vechelerine dair yapılan kısa kesit tasvirlerinden sonra Halid Ziya, insanlığın asırlardır yaşadığı bütün bu hayhuya karşılık, aslında her şeyin bir aynadaki akisten ibaret olduğu düşüncesi üzerinde durur:
"Sen vücudunla mağrursun. O vücut bir aynanın üzerine akseden suretten ibarettir. Ayna o suretin cilvegah-ı in'ikasıdır. Onu bir ziya resmetti, sen hiçsin!" (s.21)
Burada Halid Ziya tasavvufta vahdet-i vücud düşüncesinin izahı için çokça başvurulan ayna-akis, perde-gölge motifine başvurur.
"Yalnız O mevcud, O baki! Bütün bu suver-i muhtelife-i hayat bir zıll, bir hayal, bir hiç-i mutlak!.." (s.45)
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU’na ait bir başka mensur şiir..:)
Erenlerin Bağından
“Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası...
"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu." Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri... Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken "Geçme! Dur!" diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir "Eyvah!" ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle, gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?” …Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Tekrar emeği geçenleri kutluyorum yürekten iyi ki varsınız güzel canlar..:)
"ÖYLE YAPMA" Şiir insanın güzel yüzü. Şiir sevmeyen, yazmayan, okumayan nasıl ekinleri toplayabilir. Şiir yazanı, okuyanı ve seveni kutlarım. Yüreklere sağlık. Selamlar...
ahh canım ne kadar özlemişim senin şiirlerini bayıldım çok güzel alıverdi içine beni sanki bu şiir ödüle de layık görülmüş fazlasıyla hak etmiş bu ödülü başarıların daim olsun arkadaşım sevgiler...
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal.
Öyle yapma. Ne olur Ağlama. kalemine yüreğine sağlık harika dizeler okudum kutlarım sevgiyle kalın
Ah cane böyle mi olacaktı böyle mi devam edecekti yarınlarımız hani kaderimize de mutlu günler uğrayacak yaralarımız azalacak kanamalarımız duracak babalarımız sevinecek ve güzel annelerimiz rahat uyanacaklardı yeni sabahlara yeni esmer gülüşlerle
Ne oldu ne oldu ki kederlerimiz düşmelerimiz bitmiyor ne oldu ki kardeş kardeşi öldürmeye zalim fakiri ezmeye güçlü zayıfı hor görmeye şair şiiri öylesine yazmaya devam ediyor
Ah cane böyle mi olacaktı aramızdaki mesafeler böyle mi konuşmuştuk geleceğe dair hayata dair böyle mi tepkimizi verecektik hani her tarafımız hani her yanımız kıştan sonra bahar başlangıcında nergisler gibi kokacak yüreklerimize acılar hiç uğramayacaktı hani kaybolacaktı gökyüzümüzde kara bulutlar sonra beraber beyaza beyaz maviye mavi diyecektik hani
Ne oldu ne oldu ki yağmuru tarla tarla uzayan yeşili unuttuk ne oldu ki suskunlaştı kalplerimiz birbirimize bu kadar yakın bu kadar can bu kadar konuşulan an dilimiyken
Ah cane böyle mi geçecekti değerli vakitlerimiz böyle mi söz vermiştik serçe kuşlarına güneş gören pencerelere ve umuda sarılan çocuklara böyle mi davranacaktık
Söyle cane ne oldu ne oldu ki sessizliğe temalar yükledik dilimize lâl sözcükler ve ruhumuza derin uykular uygun gördük göz göre göre
Mehmet Selim ÇİÇEK 9 Şubat 2013, 06.47, Qoser
meselci tarafından 2/9/2013 6:56:30 AM zamanında düzenlenmiştir.
Öyle sinirlendimki şimdi, hani kır dedim bir şeyleri hadi bilemedin elinin tersi ile masanın üzerindekileri savur bir yerlere. yada en azından klavyenin tuşlarına öyle bir baski yalandan yere yazacaklarını da yazama, Diğer taraftan Lara Fabian kulağıma fısıldarken ne dediğini bilemediğim sözlerini, şiiriniz ile boşluğa, yani diğer renklerin bulaşmadığı o beyazlığa daireler çizdiririken ne idüğü belirsiz duyguların etkisi altında kalıyorum. (Geçecek biliyorum) Biliyorum aslında annemin elindeki mermer parçasının bir süre sonra rengini değiştirdiğini, o mermer diğer renklerle bir sarılmamıştı halbuki kundağına ve yalandan yere bir tebessüm de değildi annemin yüzündeki, evet bir acı vardı belki ama... yok bu saaten sonra ne söylesem boş vazgeçtim, bilgisayarı şuanda kapatmak yazmaktan daha iyi olacakk....
şiirlerinizi okuyunca dedim ki kendi kendime ''sözün bittiği yer işte..''
her mısrası etkiden öteydi..okudukça insanın bir daha ,bir daha okuma isteği geliyordu.. okudukça her mısranın manidar olduğunu görebiliyordum... kalemin daim olsun... sevgi ve saygılarımla....
Öyle yapma Cano Ağlama. İhtiyar bir kederimiz var bizim Gözlerimizdeki sebilde yundukça gencelen Arsız, yapışkan ve bize annemizden daha sadık bir keder.
Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış Senin olmayan ölümcül bir adamın yüzüne bakar gibi Korkuyla camdaki suretine bakıyorsun. Şehrin bütün uzak yol arabaları Burnunun üzerinden geçiyor. Alnının tam ortasında Lekeli bir sokak lambası var, Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar. Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.
TEBRIK EDERIM KALEMINIZI COK GUZEL VE ANLAMLI BIR ESER OLMUS SAYGILARIMLA...
Kara kış olmaz deme Cano. Hiç değilse şimdi inan Beyaz diye bir rengin olmadığına. Bunu bir kere daha söylemeyeceğim Lütfen içinden tekrarla: Beyaz, hiçbir renk olmayan boşluklara verilen addır. -
çok güzel bir şiiir,beyaz da kaldı her nedense gözlerim neden beyaz?
Çok güzel, etkileyici bir anlatım ancak Cano için Alp yerine daha sempatik şeyler biriktirirseniz sanırım ona gerçekten bir iyilik etmiş olursunuz. Ben kalem, kitap, defter ya da çiçek biriktirmenizi tavsiye ediyorum acizane.
Şiirler diyorum… Toprağın, Asla iç açılarını hatırlayamadığın Bir dikdörtgen gibi kesilişine İç acılarını sayıklayarak bakarsın. Annemi görürsün belki Kucağında henüz doğurduğu bir mermer parçasıyla Hayırlı olsuna gelenleri
Kutluyorum güzel şiiri ve yazan yüreği.Her daim saygı ve sevgimle.
"Kara kış ortasında Aniden uyanıp sabaha karşı Keçi kılından bir yorgana sarılır gibi sarılmak istersin İçinden sana benzeyen cenazeler geçen dizelere"
beni en çok etkileyen kısmı burasıydı. tebrik ederim.
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal.
Ah şaire bileyleyipde kalemini , katık mı yaptın kelimelerini, hangi içe batıp da hissettin bu kıyameti...
Demişim ki vakti zamanın da 'Asla Bir Şair'e Aşık Olma,Yazmak İçin Katleden Celladın,Sol Kaburganın İçinde ki Katilin Olur Bilemezsin,Sonunda Sende O'na Benzersin.' Sevgiyle kal şairem gün eksilmesin kaleminden...
Ama bu sefer batmadı o "bir" ler. Emin ol söylerdim olsa idi bir sıkıntı. Bence kendinle gurur duymalısın. Düzyazı pek okumuyorum biliyorsun. Hem vakitsizlikten, hem de gözlerimdeki ileri derece yakınla ilgili şikayetimden. Ama onların da çok kıymetli olduğunu biliyorum. Az kısa yazsan onları da okuyacağım söz :) sevgiler canım, hep çok çok daha iyilerine inşallah.
"Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış Senin olmayan ölümcül bir adamın yüzüne bakar gibi Korkuyla camdaki suretine bakıyorsun. Şehrin bütün uzak yol arabaları Burnunun üzerinden geçiyor. Alnının tam ortasında Lekeli bir sokak lambası var, Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar. Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder Cano."
Üç boyutlu düşünmek, yazmak her şairin harcı değil... Bu şiiri yüreğimin en özel en güzel köşesine aldım. Tebrik ederim ENDENİZ.
bedbin bir haleti ruhiyede,fakat bir o kadar çalımlı,edalı yürüyen bir şiir..
şu dizeleri keşke ben yazmış olsaydım diye geçirdim içimden kıskanarak;
Şehrin bütün uzak yol arabaları Burnunun üzerinden geçiyor. Alnının tam ortasında Lekeli bir sokak lambası var, Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar. Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.
Bu şiiri ilk yayınlandıgı gün okudugumda kesinlikle günün şiiri olacaktır diye düşünmüştüm ve yanılmadıgımı bugün gördüm. ilk bakışta çok uzun ve sıkıcı olabilir gibi gelebilir ama okudukça okumaktan vazgeçemiyorsunuz kendisine baglıyor sizi şiir zaman zaman düz yazı türü yazılmış olsada şiirin geneline baktıgımızda kuvvetli bir aksana sahip oldugu kesin.
şairi tebrik ederim eminimki bundan sonra daha etkileyici şiirler yazacaktır çünkü bu kurdeleyi alan bir şiirin üzerinde şiirler yazmaya daha çok çalışacaktır başarılarının devamını diliyorum.
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal. Muhteşem bir yürek ve muhteşem bir emek... Güne yakışmış... sevgi ve muhabbetlerimi kabul edin lütfen...
Gökyüzü yok Cano O gördüğümüz kırık bir katır tırnağıdır. Gökkuşağı, teneffüslerde atladığımız urgandı, Altında kaldık. Bizi çiğnerken yara alan bir boşluğa Hayal baloncukları bırakma artık. Orda bizim için büyütülmüş bir cehennem Düşlerimiz için elestten beri yağlanan urganlar Yarısı kırık çocuk suretleri var Mutmain bir tavan arası gibi Ne bulduysak sakladığımız gökyüzümüz Artık uçurtmaların uçtuğu O tanıdık boşluk değil.
Engindeniz'im çok çok güzel bir şiir, dalınca içine toparlanmam zor oldu.Şiir sayfalarında daha fazla vakit geçirebilsem dedirtti bana şiirin. Tebrikler, selam ve sevgiler güzel kardeşim.
Nesir dozajımı yüklendiğim sevgili Engindeniz'in elinden, yüreğinden oldukça engin, fakat çok dalgalı bir şiir. Anasayfaya yine çok yakışmışsınız. İçten tebrikler.
Az daha aynılaştırma olmasa sözcüklerde, Ahmet Arif benzeri bir hava esecekmiş şiirde. Eser sahibini yönlendirme çabası olamayacağı ön koşul kabul edilerek, şiir 'tehdit' yazınız kalıbında olsaydı, daha bir şefkatli olacakmış gibi geldi bana.
Bu arada Büke yeni kitabını çıkardı yine. Aldınız mı acep? :)
İnan hangi siyasî fikri var onu bile bilmiyorum. Beş sene önce okuduğumuz biriymiş diyorum buraya yazdığını görünce, öyle dedim içimden.
Dünyaya açılmak lazım. Doğruları olduğu gibi anlatan çok bilgin var. Ortaokul, lise çağında çocuklar aptalca siyaset yaptığı bir ülkedeyiz. Hiçbir siyasetçiye de güvenmiyorum. Tarafım yok ve acı olan ...
Evet acı olan kaybediyoruz gerçeği..
Spinoza, Kant, Hegel, Schopanuer, Nietzsche okuyalım daha iyi..
Artık Ahmet Büke büyüsünü kaybetti ve bu bence çok korkunç. Dört kitaptan sonra siyasete kaydı adam. Bizim mahallede yaşıyormuş gibiydi oysa. Yoksa biz mi tüketiyoruz güzel şeyleri HakkınSesi....
Almam mı:) Satışa sunulduğu ilk gün hemde. Bu adam harika gerçekten. Kim ne derse desin bu dünyada yaşayıp dşündüğüne inanmıyorum. Belki bir öyküsü zaten vardır bu şiirin. Teşekkür ediyorum HakkınSesi.
HANİ ANLAT DEDRİN YA HEP...NEYİ ANLATAYIM NEREDEN BAŞLAYAYIM..
Küflü bir hayattan rayiha yaşam çıkar mı? Diz kapağının acısı,. sehpaya vurduğun ayak serçe parmağının acısından daha mı az.. Ya yürek yarılması..gönül kırıklıklarının güz sancısı.. Bak yine yağmur yağacak diyor aneannem.. nüksetmiş romatizması..
Çatı katına saklanmış,suçu var yaramaz haytanım hala.. Ben çalmadım komşunun kümesinden yumurtaları... Korktumda saklandım.. Aklanmak için koskoca üç gün bekledim. He bahçelerden erik,elma vede kiraz almışlığım vardır.. Küpe yapmak için sevdiğimin kulağına. Baba hani bir gün ne demiştin.. Bahçede el emeği göz nuru elmalarına bakıp; kendi insanimiz gelip alır yerde.. Yabancı biri utanır isteyemez.. Koyalım kasalarada bırakalım yol kenarına.. Canı çeken yesin....
Hay benim derviş babam... Ellerinden değil ayaklarının altından öptüğüm. Gizli gizli hasretinden göz yaşı döktüğüm.. Bana dünyalık veremedin.. Amma dünyaları versen hallerinden hallenemezdim. Saraylar bıraksan belki bu kadar sevinemezdim. Hazinelerin en kıymetlisini bırakmışsın bana ak sakalını sevdiğim. Helaldir her lokman,her damla suyun. Herkesin kurusada kurumaz senin hep akar kuyun. Tatlıdır..oyun..şuyun..buyun.. Hazinedarsın..anahtarın doğruluk..kilidin sükut. Öldürseler doğrudan şaşmazsın milim. Tedrisat ilkokul iki sanki kova bir bilim. Hani dersin ya tevellüt hicri bin üçyüz yirmi yedi. Hicretine kaç sene var..Rabbim ömrünü hayır eylesin. Koca bir çınarsın..yel sana neylesin.. Ölüm haktır..elbet vaki olacak. Herkes gibi hepimizn mezarına kara topraklar dolacak.. Bilirim senin mezarın nur... Acaba bizim halımız nolacak.. Salamız davudi makamdan okunur. Musallaya mevtamız konacak. Dualar okunacak.. Sonra herkes dağılacak... Belkide bir başıma kalacağım... Çokça hüzünlenip,fazlaca ağlayacağım. Lakin hep sevineceğim.. Babam olduğun için,adam olduğun için... Lebalep...Helal olduğun için.. Toprak bile sevinecek almak için seni bizden.. Çorak kabristanı..yeşile çevirende sensin.. Seksen yaşında.. Yetmiş senedir her giden memnun gitti senden.. Gideceklerde memnun..geleceklerde memnun senden. Allah_u alem cennetü alada var bir köşkün hissediyorum en derinden.. Öpüyorum babacığım seni cennet kokan ellerinden...
sizi kutlu_yorum.. bana bu dizeleri yazdırdığınız için şair... kaleminiz de kelemınızda ne bereketliymiş ya hu.. hep şiir tarafınızdan kalkın.. sevgi ve saygı bıraktım. tebriğim çok ça...
maverayailkyolcu tarafından 10/11/2012 1:48:16 AM zamanında düzenlenmiştir.
-Kara kış olmaz deme Cano. Hiç değilse şimdi inan Beyaz diye bir rengin olmadığına. Bunu bir kere daha söylemeyeceğim Lütfen içinden tekrarla: Beyaz, hiçbir renk olmayan boşluklara verilen addır. -
BU GECE BEN Mİ ÇOK DUYGUSALIM ŞİİRLER Mİ ? ÇOK DUYGULANDIRDI DİZELERİNİZ ,İNCEDEN SIZILAR DÜŞÜRDÜ SOL YANIMA.TEBRİK EDİYORUM DUYGU DOLU YÜREĞİNİZİ AYNIR HANIM,BAŞARILARINIZ DAİM ,HÜZNÜNÜZ ŞİİRLEDE KALSIN SELAM DUA İLE.
Ben bu kaleme, böylesi hisseden bu yüreğe hayranım... "Sardunyalı Sanrı" saklımdadır hala. Deftere her geldiğimde okumadan hissetmeden gitmem.
Şimdi bu güzelliğe ne söylesem yetmeyecek. Uzunca susup, her dizenin içime işleyişinin tadına varmalıyım. Sonsuz tebrik ediyorum, sevgimle kıymetli şaire'm.
yer yer düz yazıya hayli yakınlaşma olsa da kalem gücünü aksettiriyor yine de.
''Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim Arkası görünen aynalar En mesut suratları bile ezilgen eder demiştim.''
bu bölüm çok hoş geldi bana. öğretici bir yansıma çok güzel işlenmiş. fakat söylemiştim-demiştim aynı eylemli cümle olduğundan ikincisine gerek yok derim. zaten bir üstteki eylem veriyor altına.
''İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler.''
üç mısra bir cümle! ama içleri dolu.
ben çok daha iyi bir şiirinizi okuduğumu hatırlıyorum.
nihayetinde her ne kadar sayın şair genelde nesir yazsa da , düşün ve gözlem yeteneği ortalamanın çok üzerinde. hatta biraz daha şiirle uğraşsa çok daha kuvvetli eserler verir kesinlikle. çünkü gerekli donanım ve maharet zaten var yeterince...
Benim için önemli olan kaleminden çıkanları okumak..Gerisi mühim değil inanın. Sizi okumak benim için en güzel şey... İçtenliğin için teşekkürler...Tekrardan kutlarım güzel dizelerini...
Sanki sen ne yazsan sevecek gibiyim. Öykülerin ve içinde gizemli öyküler barındıran şiirlerin. Ama yok işte. Öyle yazıldığından sevilecek bir şiir değil bu şiir. Yine o sevdiğim incelikler. O derinlikler. Seviyorum sesini Aynur Engindeniz.
Bir zamanlar neye benzediğini düşünüp Salonda asılı aynada Traş sabunu lekelerinden başka hiçbir şey göremeyince Öldüm dersin. O zaman bir tabiri olur belki Rüzgarın duvar dibine sürüklediği yapraklar gibi Dikdörtgenin kenarına yığılı duran Kan ve et birikintilerinin. Senin için düğümledikleri dillerinden dökülen Acılı dualara amin dersin. Dersin Cano, biliyorum. Şu an beş dakika sonra pıhtılaşacak bir damla kan gibi Mutsuzca damarlarından geçiyorum.
İnan bana şairler Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran Ressamlardan bile zalimdirler. İnsana kendi kabrini gösterip İçine girişini izleyecek kadar. Cano, Şairlere inanma. Yerde kal.