'herkes gibi'ilgimi çekmiyor, ilgimi ilgimi kaybedeli çok oldu aslında ilgimi ve dahi demek istiyordum ukala sustasında birkaç kelam edip ayrılan kim varsa armağan ulunmalıydı bir şey vardı kuru eller, basit eski yeşil palto, saçlar üşüyen pantolondan başka bir şey bir kadın; uzun, upuzun bir yüzü, burnu, ağzı ben olmadan önce vardı dün İstanbul’du ben onu yorgun ve pasaklı bildim yakışırdı arasokakların karanlığı şarabını döküp yumuşak göğsüne sokak sokak dolaştığını söylemişti hava sıcak olmalıydı, mevsim yaz insanlar onu o halde görmüşlerdi ne ilkti şarabını göğsüne döken ne de son olacaktı kırmızıya boyanmış yürüdükçe utandı, utandıkça ayıldı bir asır önce geçmiş gibi anlatırdı başına gelmiş ne varsa; önce adamlar kıllı sonra şiir türkü, yaşından büyük sevdalar mikrofon tutan kirli mi kirli eller dudak bile kabul etmiyordu güzel olanı tükürür gibi küfretti, küfreder gibi sevdi elleri kuruydu saçları uzun, upuzundu biliyordum, o gün İstanbul’du kısa zamanda görüşmek üzere ayrıldık iskelede onlarca insan arasında bir ben bir de gitarcı komik kaçıyordu yadırganası bir yüz benimdi cama akseden bir de gitarcı gitarcı yine de çalıp söylemeyi öğrenmişti vapur gitarcının ağlak sesiyle yol alıyordu deniz tuzlu mu tuzlu, yağmur ha yağacak mutsuzluğu yaşayacaksın geçiyordu şarkıda bir benim sesim kısıldı, bir gitarcının bir şişe şarap parası toplayamadı şapkası şikayet etmeden indi herkes, önce ben indim ben terk ettim onu kuru ellerini, uzun, upuzun saçlarını eski yeşil paltolu, yumuşak göğsünde üzüm ezmiş kadını sonra ne denirdi? harflerin sırasını unutsam da bir harf başka üç harf bulup nefes aldı hatırladım da, hatırlarım da İstanbul’du, uzundu büyük ünlüye uymaz, şımarıktı jiletle ayırdım parmaklarını onlarda uzun, her şey yavaş yavaş uzadı kan doldu sinir uçlarına günün her bir saati haber alınmış ela gözler şuh bir kahredici gülüşü uzun kahverengi bir paltonun iç cebine fark etmeden, kendisi bile bilmeden sıkıştırıp gözden kayboldu bir öykü okuduk giderken bir romanı aylarca okşadı ’herkes gibi safa bey’ aramızdaydı sonya bir o kadar da nazik sayılırdı bir müzik şehirleri, denizleri sardı aramızdaydı, ilgimi kaybetmeden az önce yaşıyordu çocuklar ölmeden bahçede turuncu mısır adamlar balkabağına dönüşen nezaket ziyareti çok yakından tanıyordum bu lehçeyi ilgiyle son nefesini çekip bırakırken iyi dileklerle son buluyordu novella o günden sonra geriye kalan her neyse dün, gün veyahut ölüm daha iyi olmayı beceremedi gönlüm gün be gün nefes alan harflerin kuruyan yapraklar misali yitişini seyrettim yeniden doğmak ilticadır diyen mülteci kılıklı medeni hukuk soytarısı basit eğlencelere meze Müzeyyen’di ihtimal o ki, o günden sonra anladım mutsuzluğu öğretendi, önce çok sevilen o günden sonra geriye kalan ne savaştı ne de ihsanı lakırdı barış herkes gibi safa bey oldum sokak sokak ne aradığımı bile bilmeden arıyordum omzumda üç günlük hamamböceği kaidesi istisna bir öpücüğü hayatın cansız bir martıyı okşadım bir kedi doyurdum akşamüstü bir köpek seveyim dedim, kaçtı gerisin geri bir kez daha seveyim dedim bir kez daha seni seveyim unutmadan önce son asır gözlerini tasalı bakışlarından çıkarıp acıyı unutmadan son dünya savaşı gibi yok edişini bir kez daha sevmek için, o gün İstanbul’da razı gelmişti buna yakmadan sana alınmış tiyatro biletini kırmadan uzun, upuzun sessizliğini incitmeden dalı, gülü... ah ne diyorum, komik oluyorum krematoryum inşaa ettikleri gün memlekette hâlâ unutmamışsan herkes gibi safa beyi ve aklındaysa romanın kalınca ilk cildi savaşmadan, barışmadan ilgimi kaybedeli beni asla hatırlama ilk gün gibi bugün İstanbul, kahretsin ki hâlâ çok güzelsin şarabı, parmakları, yumuşak göğsünde uzanmış üzüm koparan çocukları çoktandır yazmadım sana ait olanı söz veriyorum şu konuda ne küfreder ne de tükürürüm adınla başladığım sevdayı herkes gibi ben, beyi birazcık uzun kalıyordu |