'suret'insan hayret ediyor nasıl da özlüyormuş, konuştum, sıcak ve taze bir kan aktı düşündüm, doğrulardan bir grup genç gelip aynı tasa kaşığını daldırırken Allah dedi sabah, besledim ne kadar acı varsa bu topraklarda bir çıkarsın, bir girersin küçüldüğünü sandıkları an da artık küçülmezsin soğuk diri tutar gönülde kalanları ben onlarla hasbihal eylemeyeli çok oldu rüyalardan ’ah’ der uyanırım, bu mütemadi çilem telkin etmesin boşuna alıkonuldum, sevdalar iş başına! mahalle kahvesinde küçük cam bardağa sarıldım sıcaktı çay, daha dönmeyi düşünmüyordum üşümeyeyim diye yırtık astarı tutan iğne kalbime dokunuyordu her kendime sarıldığımda ne çare, ara vermem gerekiyordu büyümüştüm, bir tarafımla istemiyordum da anlaşmak kapanmasını diliyordum dile dokunan bin yarayla birden huzura erdiğimi düşünüp ayaklandım peşimden bir ses duydum: ’hayrola, parasını vermeden mi gidiyorsun çayın?’ çıkardım tüm bozuklukları avucuma, savurdum adamın gözleri önünde ’al, bak’ dedim, ’mutlu musun şimdi?’ yırtık astarımı tutan iğne bile dokunmuyor ben ayağa kalkınca yaşıyorum sanıyorlar ne çare, anlam veremiyorum ’yoluna git’ dedi, ’gözüm görmesin seni, görüşürüz, belki hiç; faiziyle de ödeme selamın borcu işsiz bir sevdanın kahrıdır kapıyı ört de, üşümesin içerdekiler bir yazı asmalı artık gözlerimizin üzerine seyyar sevdalıklar girmesinle bu kahveye’ bir insan olalı böyle dağılmamıştım, bir ara ben de insan olmuştum, açardım gözlerimi mevsim hangi rengiyle varsa, ben oydum inandım çokça Allah’a da sığındım, sonra bir gün dedim ya, bir şehrin tam ortasında dolanırken acı bir tren ıslığı sardı kollarımdan sonra bir gün ’insan sevmek için doğmuştur’ şarkısını mırıldandım, yürüdüm, çok gittim hiçbir amacı olmadan da seviliyormuş dedim kapı çaldı, kapılar açıldı; herkes çıktı mutanabi sokağında yürüyen çocuklar gördüm bir el uzandı cennet bahçelerinden, ak gerdanına düşen bahanelerden sıyrılıp çekip almaya niyetliydi çok önceden çelimsiz sandım kuvvetini, aldanmışım okumuş insanların ölümü de bir başkaymış bir taraftan ’Ali, Ali’ diye bağırıyordu bir kadın elinde kanlı bir gömlek, secdeden yeni kalkmış alnı düşündüm bu feryat bulutları çağırır mı? yanan onca el, ayak, yağmurla ıslanır mı? ya gelen fil bahsinden bir azap olur diye, toparlanıp ara sokaklardan kaçtım, bana gelebileceklerden, dahası inanmadım ne demek biliyor musun, hiç yalana lüzum yok! artık gidebileceğine de inanmıyorum, doğrusu bu inanmak bile istemiyorum, çok meşgulsün zira ellerinle bir dünya inşaa ediyorsun pek yakınlara siyah bir örtü çektiler kapıların üzerine ne toz kaldı, ne kan, ne ceset ne de metanet boynu iki büklüm telefonumdan uzandım hemen çok çalışıyordu zamanın iğde bacaklı evlatları dur, bir de Allah girsin dedim kalbimize sevmişim, dalıp gitmişim, gözlerini aramışım rengarenk bahçelere çağırmış o el yeniden mutanabi sokağında yirmi üç ölü, otuz yaralı bir kasım akşamında analar oğul ağrılı sofrada soğumuş çorba, az pilav biraz ekmek konuş kardeşim, sesin şimdi olur rahmet böyle bir acıyı tatmadan evrende zerre oluşu haysiyet meselesi yapmışım çok öncelerden bırak çalsın telefon, bırak yas tutsun biraz da o hep bizi mi çağıracaklar acıya bağdaş kurup bir damla ağlamayı unutmuş gözler meclisine okundu yasin, biraz dindi acısı, yağmur da yağdı sokaklara yazılmazdı sevgilinin ne adı, ne sevdalığı huşu içinde ayrılırken kahrın yedi kuşak hasmı örtüsü ayrılmadan kapılar yüzümüze kapandı. içimi bozdum, daldım, uzaklara yüz sürdüm çok meşguldü bu ara, koştum hemen ardından bir ses duydum, ’kapı’ dedim, ’açılmaz mısın?’ insan olduğumu hatırladım, beni yanına almaz mısın? Ya Allah? kalbimden çıkardığımdan beri işsizim her gördüğüm suretin sevgisiyle kafirim, son bir tövbe evveli adınla sarıldım bardağa sıcak bir kan gibi aktı içime çay, bugün de dolunay mutanabi’de ölenler için kızıl elbisesiyle seyrediyordu son bir kez kapıya koşanları toparlandım, gidiyorum hiçbir şey eskisi gibi olmaz, bunu da biliyorum bir gün ben de en hüzünlü şiiri yazabilirim* ellerimi bir öykünün gerdanında gezdirirken telkinler ne hoş bir boşluk, mütemadi çilem: -merhaba! koynunda daha kaç gece yatırırsın bilmem ama şu kafirlikten sıkıldım Allah’ım! suretin yalanından koruman için kapıda, siyahlara karışıyorum her günün sabahında. |
Senden uzak olsun üzüntü'
ve hep O,
kalemini parlattığı muhakkak.