defn
gözlerimin bulutu kirpiklerimin saçaklarında donuk bir is
omuzlarımda bir yük ki, dünya ağırlığına denk düşüyor kalbim bir demircinin ateş ocağında kızarmış ve nasırlı ellerindeki çekiç darbelerinde şekillenmiş gibi şimdi tutsan yüreğimden, yanar ellerin... dilime raptiyelenmiş öfkelerimi zor kontrol ediyor beynim az kaldı... yutkundukça içime akan bu kanda boğulacağım... bir mağaranın nemli duvarları gibi kendime damlıyorum terk edilmiş harabe bir koku var içimde ölüm ekseninde adeta zikzak çiziyor ölüm meleği yolunu şaşırmasa beni çabuk bulurdu... isteyince ölmek olmuyor işte... yüzüme siluetini çizen bir düşün yamacında urganı boynuma takmış, izi yüreğinde kalacak bir intiharı tasarlıyorum sensiz ölmenin manası bile yok diye... can çekişince de ölemiyorum... içimin sol notası özlemin tellerine iniyor hüzün kalesinden parça parça dökülüyorum hangi enstrüman ne çalarsa çalsın, çıkardığı ses acı meyliyor başkası değil... beni, beni sen yıkarsın koyduğun musalla’da... ah sevgili... nemli yaramın beklenen em’i... şimdi yitik düşlerimin ücra köşelerinde dizleri burnuna değmiş bir şizofren misali iki büklüm serilmişim buz odalı beton duvarların arasına ve bekliyorum üzerimi öter misin diye... bu aşkın yükünden sıyırıp ruhumu sana bağışlıyorum ömür saltanatının gönül bahçelerinde dilediğince gez virane evimin duvarlarını yokluğunla ateşe veriyorum yüreğini yurt bildiğim sen... kundakta vurulmuş çocuk gibi sessiz kanıyorum... ah sensizliğin bu Çin işkencesi... ayrılığın gaz odalarında kalırken nefessiz ölüm hissi gözlerine uzanmanın en güzel yolu oluyor ki habersizim... bilemedim... ben sende kendimi çoktan defn’etmişim... Stockholm 03.02.2019 Yerel saat: 22:02 |