Teksiri ütopyambir sefer daha sev İstanbul`u düşürdüğün gözlerimden okşayamazsın mavi saçlarını bu mevsim gezinirken mıh gibi çakılı kubbelerden dünümü ıskalayan aşk öyle saf medet umuyorsun ki yarınından görmezden gelerek lime lime dökülen parçalarımı ışığa düşer gibi düşüyorsun keder aynası yüzüme işte o an dökülüyor kor merhametin gözlerimden bir nisana daha yüz sürüyorum feyiz almak için tazeliğinden yayılırken eflatun mumların ışıltısı geceye yangınım dünden kapalı yollarım yarına çıkmaz bu külden belalı yokluğun An-kara ayazıydı kavurduğu her yanımda hicrana biten bayır dikenleri kavrıyordu karanlığın kanatları ruhumu açmıyordu ekilen gün buz yanığı göğsümde hasedim vardı kaptırdığım güneşe hülyalarımdı gizleyen dünyayı göğüs kafesine şimdi senle dirilen umut çıkar dibine denizin ah gecikmişlik yosma sokakların koluna giren sarmaşıklar gibi kısmeti eziyet özgürlük nasıl oturur cennetine inanmayan sunağa sunulan yaban avuçlarımı nasırlaştıran duvarlar uykumda gıcırdayan hıncı kendine dişlerim ne kadar sıktıysam da ısıramadım katil gölgelerini ah bebeğim gözlerimin gördüğünü içseydi yüreğim sürgün vermezdim hicrete laçkalaşmış usların kargıyı göğüme saplayışlarının arifesiydi böyle kanırarak başladı söylencem senden yoksun güncelerde bakma demir gibi duruşuma her aciz bırakıldığımda ağlardım sığınıp sığınıp sessizliğe eriyip eriyip dökülen teksir yaralarım çelikten zırhtı işlerken hüznü sesime telaşında iken heyelanlarımın yakalandım kara sevdanın tutkulu bakışlarına baharla döşenen kahverengi tomurcuğum sivrilmiş aç yeşilin damlaya kozaya düşmüş kelebek misali yenilmeden ütopyana dirilişine eş olmalı toprağı yakan cemre yeniden yenilen yenilen yenilen… Sude Nur Haylazca |