KUYTUDA DİL ACISI
Hep aynı sesleri duyuyorum, aynı cümleleri
cümlelerin sadece ritmi değişiyor bazen hızlı bazen yavaş bazen daha da hızlı arada bir annem geliyor aklıma bir de hava kapalıysa üstümüze saldığı evhamı. iradesizliğimin bıraktığı kıvılcımı harlıyorum yüreğimde olmayacak düşler kuruyorum sesini duymadığım bedenlerle sevişiyorum adresini bilmediğim evlerde uyuyorum, sahibini bilmediğim yataklarda uyanıyorum dokunamayacağım bedenlere aşık oluyorum hem de ne aşk; yaşamaktan çok ölümü göze alıyorum adını bilmediğim sevgililerim oluyor geceden sabaha hiç konuşmuyoruz sayıklamıyoruz fısıldamıyoruz nasıl, neden sormuyoruz sessizce seviyoruz sevebileceğimiz kadar bir köşede gizlice göz göze gelmeden, uzaklaşarak, kaçarak kaçıp ölüme bir adım daha yaklaşarak seviyoruz hayır yalnızca ben seviyorum benden önce kim bilir kaç DNA’yı barındırıyor bu yataklar onlarca DNA’nın arasında kalıyor dökülen saçlarım yalnızca ben seviyorum terk etmek zorunda olduğum evleri. yüreğimde prematüre aşklar mezarlığı ve beynimde kafatasımı bir türlü yaramayan urla bir ihtimal oyunundan daha yine ağlamaklı ve hastalıklı dönüyorum eve. çocuğum gibi seviyorum celladımı düşünerek büyütüyorum zamanın zehrinden eminim lakin akrebi ölüme bir kala ileri alamıyorum büyük gölgeler küçük gölgelerin ırzına geçiyor merdiven altlarında geçenlerde bir kaderi ormanda yaktılar bir çocuğun ırzına geçip çöpe attılar adı değil kaderi anlatıldı dilden dile kaderi zavallı kaderi acınası bir hikaye kimse kaderini teslim etmiyor sahibine tanrı görüyor, tanrı duyuyor tanrı o an ne yapıyor birileri aklını sorulara kurban edip her şeyi unutmak için delirmekten medet umuyor. Sana ne! Öyle ya bana ne. farklı yanıtlar hiç olmayacak mı? "kader" deyip geçilecek mi? artık bana üvey cümlelerle yanıtlıyorum soruları maddelere ayrılarak öğretilmiş tarih dersi gibi tek tek sıralıyorum cümlelerimi birbirine benzeyen, daha dünyevi, daha insancıl, ezbere cevaplar veriyorum ezberim ne kadar iyiyse o kadar iyi sayılıyorum ne zamana kadar sürer bu iyi hal bilmiyorum. yorumsuzluğu seçenler gibi beynimi sümük gibi akıtıyorum burnumdan. kendi dilimi ısırdım hayatla rüya arasında dilimde tam dört güne yetecek acı ondan sıçrıyorum yataktan kabus görmedim dil acısı sadece. acıdan sıyrılmak için hep yükseğe kaçıyorum, en yükseğe yükselmenin düşmeyi hatırlatmak dışında bir boka yaradığı yok beyne hava falan enjekte edilmiyor yani uçamadıktan sonra kuş bakışı neye yarar üst kattayken apartman boşluğuna tükürüyorum ya da iki ev arası boşluğa tükürüğüm düşen bir gövde gibi çakılıyor yere şak! apartman boşluğunda intiharın yankısı saniyelik bir ses iki ev arasına cam kenarından düşen bir saksı intihar :)) tertemiz olmalı yüzümün değdiği yer çocukken annemin yıkadığı gibi tertemiz kalmalıyım yanağımı dayayacağım soğuğu tükürükle yıkıyorum içine girdiğim düşlerin sığıntısı olduğumu biliyorum yeryüzüne tükürük gibi çakılışımın başka sebebi olamaz. tüm fişleri çekiyorum prizlerden telefonu kapatıyorum bir sinek boşlukta vızıldıyor ışıkları söndürüyorum saksılardaki rüzgar güllerini annemin sapladığı yerlerden söküyorum sahi saksılarda çiçek olsaydı çoktan solar mıydı hakkından gelemez miydim çiçeklerin ben çiçekleri severdim oysa niye rüzgar gülü hiç solmayacağı için mi? naylon kanatlarımın iskeleti rüzgar gülünden olmalı. fotoğraflar gideni geri getirmiyor fotoğraflar yalnızlığa iyi gelmiyor fotoğrafların bir boka yaradığı yok çerçeveleri indiriyorum önce tek tek çivileri söküp alıyorum sonra çiviler hep paslı kanatlarıma ilk çiviyi bugün çaktım. yeryüzünde hiç kuytu olmadığını biliyorum fareler, karıncalar ve çamurlu sularla dolu çukurlardan ibaret dünya oysa kağıtlar yoğun bakım odası kadar steril kağıtlar kar yığını kadar soğuk, beyaz kimse yazmıyor kağıtlara yazılmamış tek bir kağıt söylenmemiş tek bir cümle kalmamalı henüz boğulmadan bir kağıdı kursağımdakilerle kara/lı/yorum. gövdemi karalanmış bir kağıda sığdırıyorum kimsenin okumayacağından eminim kimse görmeyecek saklandığım yeri. karalanmış bir sayfanın içinde kanatlarımı tamamlayacağım uçacağım güne kadar kimse görmeyecek ellerimdeki paslı lekeleri her şeyi unutmak istiyorum aslında kağıtları, yanıtları, sevişmeleri, cümleleri, kuşları, kanatları, yükselmeyi, alçalmayı, apartman boşluklarına tükürmeyi, iki ev arasına çakılmayı, rüzgar güllerini, fotoğrafları, paslı çivileri, kuytuları bile unutmak istiyorum çöp torbalarını beynimdeki seslerle dolduruyorum öyle reklamlardaki gibi çöpler çöp torbasına girince ortalık bahar esintisi kokmuyor çöp torbaları çok çirkin, evimi pis bir koku sarıyor çöpler hep pis kokar zaten bir de sinekler üşüşür. bağırsam unuturum belki bağırabilir miyim? öyle ya sana ne! HÜSEYİN GÖKMEN |