Hep Bir Adım Ötede
sokakları yıkılır üzerime
kaldırımları beni yürür içlerine giremediğim evlerini sığdırırım içime ayaklarımın altında kümülüsleri kül rengi sesimle avuttuğum caddeleri yine bana çıkar saçlarımla örterim üzerini ağaçlarının gözlerim akşamlarını avutur bu şehirdesindir diye belki... şüpheli bitmeler durağı bu öykünün tadı hiçleşmiş bir liman arayışının soluğu ardımızda son karesi yankısız çağrısı ahmak ıslatanlarla kekre... sızısı türkülü bir yokuşta gözlerim Ankara öğleli kavak ağaçları kuşları taşırken öylesine iyiliğine kanatlarında gümüş de yoktu hem... yüreğimde bir halk ağlar gibi ...anlar mısın sana doğru koştum yollar taşlıydı da ... içim geçmiş uyudum sandım...uyandım annem ağlardı da bir ben anlardım... sen bilmezdin... karanlığı da yabancı bir başkasının rüyasında da ikimize ölü bu mahallesi hınzırlığına hep bir adım ötede bu kalp gözüme dikeni düşen bu yaban gülü ellerinden su içmek isterken birden yangınlaştı bir çocuğun hastalık sayıklaması gibi yayıldın her yerime...ömrüm kendine yetmezdi... ikimize de bitti... yağmurun ilk kokusu otlara yayılmış gibi ha buharı vicdanıma işleyen bir gökkuşağının sonunda iliklerimedek bir senin için ağlamıştım aşkın düğmeleri sımsıkı üzerimde kan ter içinde durdu kalbim kanım mecnun ikliminde yek güzelliğine dondu söndüm yanarak Ankara öğleni son trenlere teslim ay ışığında annemin kucağında yumuldum sendin ha bugünüme aha şu anıma dek avuç avuç yudumladığım yokluğun tortulu uğultusu... rüzgar ateşin teninde oyalansın dursun ırgalansın güneş gezegenler arası istasyonlar ayrılıklarla sınansın toprak...bitki...nebatat her dem yıkansın yunsun... bulutların gözyaşlarının acımsı lezzetinde... yokluğun benimle işte...yokluğun benimle işte... iki kez söyledim...hiçbirinde ölmedim... yaz tozunu savurur ağaç gölgesini esirger dağın ardı yine dağ yoksul köylü acı soğanla düşte tüm çıkışlar inişte özlemin iç denizleri boğulur okyanusta sorular bilsem hangi sonuçta umudum ela bir intihara meyleder yaralı karakışta... kağan işçen... |