Boğaz Tokluğuna Çalışan Örümcekler
Ayakları yorgunluk kokan gecenin ertesinde
Şafakla uyanan bir yangın gördüm düşümde Sabah ezanıyla cıvıldayan kuşların Sesini yakıyordu inceden inceye Gözlerimin önünde soylu bir kan akışı Ah çocuk keşke görmez olaydım Ellerindeki o kandan nakışı Kim yarışabilir ki kaderindeki o renkle Kim vurulabilir ki geleceğinden böyle ahenkle. Zindanların uğultusu, yaşamak diye vururken kıyıya Mızraklanır durur balkondaki begonyalar Zehirli sarmaşıklar sarar dört bir yanını Dünyanın ırmakları kan içiyor sanki ellerinden Gözlerinin çukuruna gömülüyor son nefesin Kendi ölümüne kendin mi şahit tutuldun Bir paçavra gibi kendi mezarında mı kurutuldun... Çaputlara sarılı döl yatakları gördüm Hepsi de kendi acısını doğuruyordu Kimi dişi, kimi erkek kimi ise korkak Oturup, barut kokusundan tanınan günlere İsim bulma telaşlarını seyrettim öylece Takvim yapraklarına sarılı kadınlar vardı Yürüseler ayaklarında rahmet taşacaktı ama Peçelerine bulaşmış hüzünleri Ve gözlerinden süzülen öfkeleri Birbirinin üzerine yığılan günler gibiydi. Ölümle şaka olmaz diyenlere Bıyık altından gülüyordu Azrail Bu şehrin ne kibirli bir eceli var bilseniz Ne zarif ihanetleri var sokaklarının Şahit oldum bir keresinde Serçeleri uyutmaz bu kentin rutubeti Kefenlenip gömülürler bir bir Boğaz tokluğuna çalışan örümcekler... Bu kentin kadınlar ve çocuklarından başka Kaburgalarından asılı duran bakire kızları vardı Yaratılacak eğe kemiği bekleyen zavallı kızları. Hepsi de birbirinden daha kısırdı Beyaz dantelalarına asılı duran hevesleri Gösterişsiz bir tabut bekler gibi Kursaklarındaki darağacına asılmış duruyordu Ne yana baksalar önlerinde ölüm yokuşu Ve hangi yöne dönseler; Delikanlıların mezardan sızan ter kokusu... |