2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
2020
Okunma

Duvarların sıva çatlağından özgürlük koklayan
Cami avlusuna bırakılmış sahipsiz bir suça
İsim babalığı yapan, bir avuç mülteciydik biz.
Dört duvarı doğru dürüst bir oda bile etmeyen
Ana rahminden bulaşan bir yalnızlık içinde
Aşk diyorduk, dava diyorduk, dost diyorduk...
Yapraklarını dökmeyi unutmuş sonbaharları
Bahar saydığımız o günlerin hatırına
Kapının altından üfleyen ayaz soğuklarını
Yaz diye biliyorduk biz buralarda.
Dışarıda yağan yağmura kulaklarımızı tıkıyor
İnancımızın kırılgan yanları ile yüzleşiyorduk
Kanayan yaralarımıza ağlıyorduk her gece
Kahire’den Şam’a, Gazze’den Bağdat’a.
Ceketimizi asacak buğulu bir cam ararken
Paslanmış suya ekmeklerimizi banıyorduk
Gündüzü gecenin koynundan almak için,
Çürümüş zamanın dişlilerini onarıyorduk.
Kimimiz her gün dua ediyordu
Güneş avluya doğsun diye ama
Hayal kırıklıklarımıza basan yüreklerimizin
Kanayan yaralarına tuz basıyorduk.
Hem kendimizden daha çok
Güneş görmeyen çiçeklere üzülüyorduk.
Günler gelip geçiyordu kimi rivayetlere göre
Aklımızı ikiye bölen soğuk koridorları
Ancak ziyaret saati bağrışmaları ısıtabiliyordu
Her ziyaret için bir saat ayarlayan devlet baba
Nedense her saate bir ziyaretçi ayarlayamıyordu.
Daha savaş çıkmadan ölen çocukların hatırı için,
Gökyüzünü öpüp, ona da eyvallah diyorduk.
Eyvallah!...
5.0
100% (4)