Hülyalı beste...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Aşk Okyanusunda Forsalık; Sırtta Kırbaç İzi Ayrılık…
Neticede bu bir "düş"sel resital, bütün açıklığıyla... "Pusatsız, duldasız, üryan" çok düşkünlükten belki Ahmed Arif’in sözlerine... Zaaf! İnsana mahsus. Gönül “yere göğe sığdıramıyorsa” sevdayı; bunu yapabilecek yetideyse, bir şekilde kaldırır onun kaldırılamaz addedilen tarifsiz, ağır yükünü… Öyle ki herhangi bir sarsıntıda yerle bir olan sevgilerin temeli de zayıf olmalı dostlar! Gerçel dünya içinde de, duygu dünyası içinde de geçerli sanıyorum bu durum. Akıl arı kalmayı başarsın, gönül sızısını sahiplensin yeter ki; yük ne kadar ağır olursa olsun, gök yeryüzüne temaşa eder… Aklımız ve gönlümüzde sevdaya dair inşa ettiğimize, bir tuğla dahi koyamayanın, duygu dünyanızdaki muhteşem esere zarar vereceğini hissettiğimiz an, başka hiçbir duyguya yenilmeyerek sessiz sedasız, hiçbir soruya mahal vermeden çekilmemiz gerekir ki, o çok değerli emeğiniz anıtsallığını koruyabilsin kan revan yüreğinizde... Başlangıçta sevdiklerine karşı tamamen savunmasızdır seven kişi... Lakin inşa edilen binanın yıkımı söz konusu olduğunda, insanın içinde büyüttüğü o yüce sevdanın, karşıdaki “ben”likten pek de değersiz olmadığı bilinmelidir… Daha da ötesi, taşınan yük sevilen dediğimiz kişiden de değerlidir.... Nesnel dünyada da, düşsel dünyada da; o bir suret, belki de bir semboldür... Aşk dediğimiz olgu, insanoğlunun kendi özünde olan bir mucizedir… Kime katarsanız katın, onun gözesi sizsiniz; o pınarı köreltemezsiniz… Köreltmeyi başarırsanız eğer, ortada pınar diye bir şey yoktur… Bir ses der ki; “mevcut durumu huşu içinde kabul edip özümsemeli!” Hidayet DAL/Can Sokağı Lambaları kucağımda şafağın kızıl kızı ayrılık cenini, sırtımda gönüllü yediğim kırbaç izleri. yanık tenli bir ürpertiyle forsalar gibi, kaçarken aşksız değildim senden. geliyorum şimdi desen ki çok özledim! eşiğinde eprimiş bal petek kalbim. avcı değilim, avın kendisiyim, çat kapı gel diyemem yasaklı gelinim? öyle tutamam narin ellerinden, yabansı… götüremem seni hasretle çıktığım yola. özlem olsan bana yaralarımın tuzuyla. konusu komşusu ne varsa, herkesten gizli, ölesiye öpemem seni ısırganlar arasında. kaybolsa zaman, kaysa ayaklarımızın altından, sorgusuz sualsiz telaşlı bir sevince gidemem, yorgansız döşeğim, ben sevinçle sevişemem… düşlerimle saramam seni alamam koynuma! lirik türküler sıcağında, oy vebalim ısıtamam. hülya olsan farzı misal şu dramatik öyküme, cümlesi ona “düş”demiş ki ben derim hülya; sen ne istersen onu söylesen de bütün gece, söyleyişine dahi düşsem, “düş” desen de, düşüp kalksam da uçamam sana aşk içinde. dört nala konamam yerlere müsavi saçlarına. gözlerinle sürtüşemem; şu canımı incitemem. iki yakandan tutup da hoyratça sevemem… yıkanıp sancılarımın derin, basınçlı sularında, affettirsen kendini, el olmadım desen, el versen. öyle sular seller gibi akıp gelemem sana can! yasemin kokulu bahçene yüz süremem. şenlik içinde kalalım, biz kol kola olalım desen, o süslü aşk kuşunun en uzun tüyünü koparamam… yedi mahallen yitirmesin kokumu, işte geldim desen! şurda beş asırlık çınarın göğsünde sigara içsek babamdan gizli, içip içip şiirler yaksak külleri bir besteye kavuşsun diye, adım sadık kalsa sana; ilk kez fısıldasam adımı kendi kulağıma. en çok seni sevdim, sana sadık bir şiirdim desem. gelsen kaç yazar sevgilim, olmaz ki hülyalı bestem!.. hidayet dal/Can Sokağı Lambaları |
Kalemin var olsun
_____________________Saygılar selamlar