Yağmur ırmakları
tortusu bulaşıyor elime
aklımda unuttuğun yüzün ağlıyorum seni çok uzun ve kalabalık masalarda yapayalnız bi beklemeden az evvel döndüm gece esniyor yüzüme uykusunu omuz başlarımdan düşüyor kara gölgesi yüzümdeki tuzlu suyun nehrin salınımları bu etimde yürüyen acı, ve ellerimizin iki bayrak olup tırmanması özgürlük yokuşlarına zamanın makasına uzattım boynumu göğsünün beyaz altınına kalbimi batırdım ya sen, ne bıraktın ardında kumlu gülüşlerinde çocukluğunun bir çığlığın boyunu uzatmaktan başka ne işe yaradı deniz araladı maviliğini, artık hangi masal kabul eder hikayemizi hangi savaş barışımıza mecbur bir yerden itilmiş ya da fırlatılmış veya kendi takılıp düşmüş bir taş olabilirim şimdi şimdi büyüyüp ufalan aynasında akşamın kendi adresinin ezberinden yorgun hep aynı ışığa dönenen , dönüşen ve dövüşen iki zayıf yumruk yürüyoruz yeniden yağmur ırmaklarına kanlı mürekkebi yazarken duvarına adımızı sessizce durmayı seçiyorduk durmak ne zor bir yürüyüştü, aklımız o uzun yolculuk ayazı yalayarak soğutuyorum lavımı desem ki; hüzün süpürüyorlardı bahçe avlularında karıncalar öyle yorgun, ağaç gölgesinde unutulmuş işçi uykuları gibi geçiyordu zaman kasa kasa portakal kokusu inerdi Akdeniz sabahlarına inanır mıydınız çok yüklenmekten aksıyordu artık dünyanın bacağı |