sonsuzluğundan vurulmuş çocukların şarkısı
olağan üstü günlerin acıyla şımartılmış çocuklarıydık;
hep bir filme konuydu hayatımız içkin bir roman senaryosu iyi oyunculuğu kötü vuslatsız sevdalar düşerdi payımıza... şehri uyandıran kurşunların dövdüğü gecelerde ilmek ilmek işlenirdi hüznün mintanı deşilirdi kör kuyu deşilirdi hiç durmadan o onulmaz yaramız vahiyle sınanmış bir şey olurdu bu yaralı ömrümüz... gitmeye yeltenirdik bulunmazdı ardımızdan bir tas su dökenimiz savrulan gazellere dönerdik her şey içimize ellerdi ve biz hüznün hem yüreğini hem aciliyetini öğrenirdik boyuna... yağmurlara öykünmeyen ne vardı sevgili damarı çatlamayan çatısı akmayan ne vardı sahi sevdaya dair atlasların imlemediği nehirlerin yol haritası getirmediği mintanımızdan çekiştirirdi gitmeye yeltensek iliklerimize işleyen aşkın o çıplak gökyüzü... yalnızlığımız yağlı boya bir tablo keskin bir jilet kesiği bir hançer yarası bir kurşun darbesi gibi kalırdı kalbimizde ve tenimize yapışırdı halkımızın kılcal acısı sokaklar azarlanırdı avlular tartaklanır kuşlar ürkek çocuklar ölü hep çıplak kalırdık sevgili hep yalnız hep öfkeye ayarlı örfe duyarlı ne vakit bir şarkı ıslıklasak başka diyarlardan başka bir sarı başka bir kırmızı başka bir esmer uyandırsın diye dünyayı miraç tan dönen sessiz çığlımız tartaklanır taşlanırdık sanki içimizde kanardı Taif mahzun bir ankara tutup bombalar yağdırırlardı üstümüze kalakalırdık uçurumlarım dibinde kaçak çay lekesi gibi silinmezdi hiçbir yağmurla içimizdeki Roboski dizkapalarımızda taşırdık barışın ve sevdanın sağalmaz acısını kim öptüyse de hiç iyileştiremezdi bizi... |
yarın ölü güneşler doğmasın diye