hâl çareli dünya bahtı eylediğinde taht sefası hak edene hoyrat fenalar değmiş yâre sus kelâm. söylenmeden sakla…
eller gezinir günlerde sayısız da ayların yazları sayıklar ‘uğrasın harfleri’ gelsin bize gidersin dikenler emre uyar… açılır yol gidersin.
geceden dönen sabah yurttur karanlığına şimdilerde ya sabaha beş vardır ya da gecenin veda havalarıdır bu rüzgâr eserken dilek kabule kalkmış.
ve bir gülüştür- kalmıştır -kalır akılda sedası önce masada ardından göğe yükselen… dur demem -bu defa- ki dizim yastık sözüm yorgan gönlüne boşluğum… sanadır.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Karasında Süzdüğüm şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Karasında Süzdüğüm şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Bir nefeslenmek mücadelesidir yaşam;lahzanın kültçe varlığınca nitelenmesi bundandır.. Ve ne kadar da eksiğiz zamandan yana. Söylenecek pek çok şey var demiştim, çok fazla.. Ancak:
Bugün oturup asır evvelinde kaleme alınmış çalışmaları incelediğimizde çoğu zaman çıkışı olmayan bir tünele esîr düştüğümüz hissi uyanır. Soracak kimseler yok, elimizde birkaç kelime ve bununla şâirin düşüncelerini, duygularını idrak etmeye gayret ederiz.. Velâkin kaynak yoksa, neden niçin sorularına yanıt yoksa en fazla görünen mânâ ile yetinmeliyizdir. Şiire ya da yazıya kendimizce anlamlar yüklemenin bir gereği olduğunu düşünmüyorum. Elbet aklî sorunlar yaşamıyor isek..
Senin kaleminde eksik beyan ile eksiksiz bina inşâ etmek yeteneği var. Bunu defâ kere birebir görüşmelerimizde de dile getirdiğimi anımsıyorum. Ancak kaleminin tarzı gibi yine eksikli idi ifâdelerim. Bilen bunun edebiyatımızdaki örneklerini de bilir muhakkak. Bakınız Cenap Şehabettin şiirleri ve edebiyat görüşleri..
Şiirden ziyâde edebiyat “güzel söz söyleme sanatıdır”.. Söz söylemek değil “güzel söz söylemek”.. Ve bunun, bilinen tüm kelimelerle değil, daha az kelime ile daha çok mânâya işâret ederek yapabilmek kısmında başlıyor sanat. Edebiyat tarihimiz boyunca bu husus için tartışıldığını bilelim diye ayrıca bir isim vermemin de bir gereği yok, aklın yolu dâima birdir.. Çoğu zaman burada da hattâ değil burada kendi yazdıklarımızda da görüyoruz. Bir uzun bir uzun.. Evet muhakkak ki güzel muhakkak ki eşsiz ancak! Bir olan vardır bir de olması tercih edilen, istenen vardır. Bu ince ayrıntıyı unuttuğumuz için yaşanıyor minik atışmalar. Kaleminin dikkati celb eden en önemli niteliği bu anlatımı başarı ile sergiliyor olmandır.
Yazmanın bir nedeni var. Herkes için farklı olabilecek pek çok madde sıralanabilir yan yana ya da altalta.. Ancak, yazmanın en önemli sebebi herkes için aynıdır.. Özellikle sanat kısmını keşfedenler için.. Adımı soyadımı düz yazı ile yazmam mı daha güzel kabûl edilir yoksa hat sanatından esinlenerek bir nebze öylesinde gayret etmem mi.. Üstü kapalı “seviyorum”un ülkesidir şiir.
Bir yazarı, şâiri hülâsa bir kalemi okur olarak takip edip kendi iç sesimizle mütalada bulunuyorsak “onu biraz da olsa tanıyoruz” demek olur bu. Adını sanını bilmeye ne hâcet. Diyorum ki yâni kalemini okuyanlar bilir ki bu şiirde, kaleminin özünde kısa süreliğine farklı bir nefes soluklanmış..
Bu bir ithaf şiiri belli ki..
Üslûbunun zarif ifadeleri, yine aynı ölçüyle nazara aldığın birine dâir olduğunu anlamak için illâ ki “… ithafen” demek mi gerekirmiş demeden edemedim..
“gözlerde âb-ı hüzün”
İle gözleri ilişkilendirirken muhtemeldir ki ân ile yaşananlara bir işâret var ve elbette ki varlığına dâir söylemlerin. Genel olarak çalışmalarını incelediğimizde konu ve işleme bâbında pek çok farklılıklar var ancak anlatım için tercih edilen sözcük kullanımlarında bu farklı. Bunun sebebi de dediğim gibi, farklı bir nefes.. Sana sence konuşurum, gibi.. Böyle olmasına karşın üzerinde durduğum anlatımın ile şiirin tamamıyla sana âit olduğunu görüyoruz, sence olduğunu diyorum..
Okuru ilgilendiren kısmı tamamen budur. Nece nasıl anlatıldığıdır.. Çarşı Pazar söylemlerinin tercümesi değil.
Örtülü anlam da vardır hani eksiltili gibi.. Teşbihe kalksam âhh efendim vakti zamanında hattâ ki hâli hazırda modanın pek çeşitli türleri olmakla beraber insanlar giysi giyer mi diyelim. Örtülü anlam da efendim aynı durumu ifâde eder.. Hakîkaten bâzen dellenmemek elde değil. Şiir diyen, okuduğunu anlamaya kalkmadan önce bu dört harfi bir incelese diyorum.. Çok bilmek bu değildir.
Velâkin, güzel olan, san’at olan böyle can bulacaktır kâlblerde.. Bundandır ki dellenmiyoruz..
Evvelce okurken huzur bulduğum ve muhtemelen yazdıkça okuyacağımı düşündüğüm bir kalem senin kalemin.
Varlığına bin minnet..
Yukarıda zamandan yana veryansın ettiydim, şimdi yola çıkıyorum yine.. Hep sevdiğim yollara..
Sevgimle..
**Havin_** tarafından 5/2/2015 4:33:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir şiiri yazacağımız vakit, istenilen beklenilen değil de kendi sözümüzden fazlaca uzaklaşmadan, çizgimizden taviz vermeden hazırlamalıyız aksi hâlde en iyi ihtimalle şiir olsa da bizden olmayacaktır yazdığımız..
Bense devam ederim kendime... yazmayı istediğim müddetçe..
Ve hadi bakalım hoş geldin şiirin sahibi.
Tek bir hamleyle söylediğin üzere ithaf olduğu belli...
Karasında Süzdüğüm ...
baştan aşağı gördüğüm... dür.
Yani bentlerde Havin'in kaşını burnunu oturduğumu kalktığımı aynı odada uyuduğumu defalarca yediğimizi içtiğimizi söylememiş olmadığım gibi dini imanı siyasi görüşü gibi konularıyla da ilişkilendirmem... şiir diyeceksem adına...
Elbette ama bir ithaf şiiri yazıyorsam o kişiyi yukarıda belirttiğim inceliklerine kadar tanıyor olmamın gerektiği de kesindir. Aslında bilirsin, şiir okunulduğu vakit okuyucunun gözündeki şiir olmasını en çok isteyenlerdenimdir. Asla hiçbir şiiri neye yazmış kimi anlatmış diye okumam, almak istediğimi almışımdır ve bir çoğu da benim gibi düşünür eminim. Açıkçası şiirin senin için yazılmış olmasına rağmen beni bilirsin sana da açıklama yapma gereği duymam. Ama şu kadarını elbette sana sayleyeceğimdir, bu bir an şiiridir senin olandır senden olandır ve yine dediğim gibi:
“karasında süzdüğüm, baştan aşağı gördüğümedir..”
Yani güzelim o bu değil de sakladığın terliği hala bulamadım : ))
Ebru Alikoğlu şiiri öteden beri önemsediğim bir şiir.
Belki de bizi çeken, şairin hep bir müphem söylem içinde olmasıdır.
Ebru şairi anlamak zor, evet kafa yormak gerekiyor.Bu şiir de zor şiir.
Bir defa şair, şiirin başlığını "Karasında Süzdüğüm" koymakla daha şiirin
kapısında okuru kaderiyle baş başa bırakıyor.
Ne'yin karasında süzülen ne?
İlk çağrışımlar, kara gözlerde süzülen duygular gibi geliyor, şiirin içine girelim
hele, bakalım ne söylüyor?
BİRİNCİ BENT:
"güneşin buğdaya çalımı naz sefası geçmeyen sır kapılar içinde zor bilmece."
Evet gerçekten zor bilmece...
Şöyle yapalım, madem mecaz anlamın kaynağı da esasen gerçek anlam o halde
önce çocuklar gibi düz düşünelim:
"Güneşle buğday" ilişkisi nedir, güneş buğdayı büyütür, can verir; o halde
mecazlaştıralım mevzuyu; şair teşhis sanatıyla, güneşle buğdayı
kişileştiriyor, onları insan gibi davrandırıyor, dolayısıyla da güneşin can verdiği
bir nesneye, çalımı, nazlanması doğaldır.Hatta bu naz, ancak kadınların
anlayabileceği bir de sefaya dönüşüyor.Çok özgün bir söylem," naz sefası"
Fakat şair çok zekice bir kurgulamış bendi.
Biz ilk bakışta dizeyi şöyle düşündük:
"Güneşin buğdaya çalımı naz sefasıdır."
Oysa şair, noktalama imi kullanmadığı için şiiri daha da genişleterek, bize
yeni okuma imkânları tanıyor:
O halde şöyle de düşünebiliriz:
"Güneşin buğdaya çalımı, naz sefası geçmeyen sır kapılar içinde zor
bilmecedir."
(Sondaki ek eylem geniş zaman üçüncü kişi çekim eki olan "-dır"ı ben ekledim. Malum, ek-eylemin bir görevi basit zamanlı eylemleri bileşik zamanlı yapmak: " gel-iyor-İDİM" gibi...İkinci görevi ise adların sonuna gelip onları yüklem yapmak: "Atatürk büyük bir lider-DİR." örneğinde olduğu gibi. Fakat yüklem yapan bu "-dır" çoğu zaman yazılmaz.Yüklem olan adın sonunda varsayılır: "Türkiye'nin başkenti Ankara. "(-dır) örneğinde olduğu gibi...)
Her neyse ekşimiş dil bilgisine girip güzelim şiiri karambole getirmeyelim.
Demem o ki ilk bent çoook derin.
Bu "güneş-buğday" göstergesini ta Yusuf Peygamber kıssalarına kadar
dayandırsak haksız sayılmayız aslında .Zira şairin mütedeyyin bir insan olması
da bu tezi güçlendiriyor.Şair belki de şiirin ruhunu bu bende sıkıştırmış.
Dinî izlekten gidersek, bendi şöyle de yorumlamak mümkün:
"Ey insan oğlu, sen kâinatı ve yaratılışı o minnacık aklınla mantıkla
yorumlamaya kalkma, zira sadece güneşle buğday ilişkisi dahi akılla
açıklanamayacak sırlar içeriyor.Nasıl oluyor da ışık bir danenin içini
dolduruyor? Bunu akılla izah etmek mümkün mü? Bu zor bilmecedir..."
Arapça tamlamalar Türkçenin tersi bir durumundadır.
Yani ki şairin "ab-ı hüzün" tamlaması "hüznün suyu" diye çevrilir.
Şairin Arapçaya çok da fazla hakim olduğu söylenemez, ama galiba şöyle
bir şeyler söylemek istiyor bu tamlamayla:"hüznün gözyaşları, hüznümün
gözyaşları...vs."
O zaman bendi şöyle özetleyebiliriz:
"gözlerdeki sürme o hüznün sularıyla, gözyaşıyla silinse ve onun yerine
beyazlar girse aman, daha fena , felaket olur."
Şairin esrarlı söyleyişi devam ediyor , ama birinci bentle irtibatı kopardı,
diyecektik ki şaiirin tasavvuf ehli biri olduğu aklımıza geldi ve ilk bentle
bağlantının yine tasavvuf ipiyle sağlandığını anladık:
Mutasavvıflar Allah'a ulaşmak için çile çekerler; acıyla olgunlaşırlar.Öyleyse
şair, ikinci bentte :"Biz Allah'ın bize verdiği siyah sürmelerden,
örtünmekten memnunuz, acılar bizi ancak insan-ı kâmil eyler.Eyvah ki
başkalarının siyah leke , kara çarşaf, öcü gördüğü bu matem renkler
üstümüzden alınıp beyaz etimiz görünse işte dehşet gazap budur, aman
budur..."
ÜÇÜNCÜ BENT:
"hâl çareli dünya bahtı eylediğinde taht sefası hak edene hoyrat fenalar değmiş yâre sus kelâm. söylenmeden sakla?"
Şair bu bentte de yukarıdakilerde zaman zaman yaptığı gibi, şiir hileleriyle
şiirini zenginleştiriyor:
" hâl çareli dünya bahtı eylediğinde taht sefası hak edene"
İlk dizenin sonundaki "taht" sözcüğü sanki birinci mısraya ait gibi görünse de ikili okumada pek âlâ ikinci dizenin ilk sözcüğü de olabilir, anlam müsait:
"her şeye hâl çaresi bulunabilen bu dünyada ikbalini, bahtını iyi hazırlayanlar için iktidar, taht; ancak sefayı hak edenlerindir."
veya:
"her şeye hâl çaresi bulunabilen bu dünyada ikbalini, bahtını iyi hazırladığında, taht (iktidar) sefası elbette ki hak edenlerindir." anlamı da çıkar.
(Şair bu ikili kurguları bilinçli yapmışsa müthiş işler yapmış...Şapka
çıkarıyorum bu güzelim çalışmaya.)
Bendin devamında:
"hoyrat fenalar değmiş yâre sus kelâm. söylenmeden sakla?"
Gençlerin uydurduğu yeni filler var:
"Kal geldi, sus oldum, atarlanmak...vs" Bu söylemler dili bozuyor, ama vatandaş da zamanla , o sözcükleri kullandıkça dilin mantığına aykırı kullanımları görmez oluyor, koskoca Yahya Kemal bile geçişsiz bir eylem olan "uyumak "eylemini sanki nesne alabiliyormuş gibi, geçişliymiş gibi kullandıktan sonra gençe şairlerin dil yanlışlarını çok görmemek gerekiyor galiba.Ne diyor Yahya Kemal:
"Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar."
"onu" uyumak diye bir kullanım yok. "uyku uyunur, "uykuyu uyumak" yanlış. Her neyse Ebru şair devam ediyor:
"hoyrat fenalar değmiş yâre sus kelâm. söylenmeden sakla?"
"Hoyratlar, nobranlar , kuntlar, fenalar değmiş , üzmüş seni; sen var git yâre sus, oan hâl diliyle ahvalini anlat; nazın ancak yâre geçer.O yâr ki (Allah) mızmızlanan, kaderine kahreden, şikayet edenleri çok da sevmez.Bu dert güzel bir derttir , söylenmeden sakla onu."
DÖRDÜNCÜ BENT :
"eller gezinir günlerde sayısız da ayların yazları sayıklar ?uğrasın harfleri? gelsin bize gidersin dikenler emre uyar? açılır yol gidersin. "
(Vay vay vay... Çook dikenli bir yola geldik, tasavvuf da kurtaramayacak bizi galiba: Gareziniz neydi bize şair, ben neden duramıyorum dolu dolu bir şiire rast gelince?)
Efendim, Bu bent gerçekten çok kapalı, çoook fena bir tesettüre sokmuş şair bu bendi,lakin yine de hissettiğimiz "el" sözcüğü tevriyeli kullanılmış:Yani hem organ hem de yabancı anlamına gelecek şekilde düzenlenmiş. Şair bu bentte şunları mı demek istiyor?
"İslam'a yabancı olan biganeler, aymazlar lüks hayat içinde gezer tozar, sayısız mutlu günler de yaşarlar.(Yaz ayları cehennem meteforu olarak düşünülmüşe benziyor.) Yazlar şöyle der onlara:Her ne kadar bu günahları işliyorsanız da Allah'ın mağfireti ganidir, gelin uğrayın bize (cehenneme) cezanızı çekin böylece cennete giden yoldaki dikenler Allah'ın emrine uyarak size yol verecektir."
BEŞİNCİ BENT:
"geceden dönen sabah yurttur karanlığına şimdilerde ya sabaha beş vardır ya da gecenin veda havalarıdır bu rüzgâr eserken dilek kabule kalkmış."
Çok güzel dizeler var bu bentte de...Dolu dolu bir şiir bu:
"geceden dönen sabah", kötülükten dönen , İslam'a yönelen müriddir. Yine "sabahın kendi karanlığına yurt olması" insan her ne kadar kötülüklerden tövbe edip Hakk'a yönelse de içinde şeytan hep uyanıktır.Şeytanın yurdu insanın kalbidir, dikkat etmek gerekir ona..."
Tasavvuf inancında, hatta İslam'ın genel yorumlarında tan vakti, sabah namazı çok önemlidir, dolayısıyla Allah bu vakitlerde edilen duaları boş çevirmez, kabul eder.Ey insan oğlu zaten ömrün karanlığına kaldın, gel bu vakitlerde dua et de Allah'ın mağfiretine gark ol!" diyor...
ALTINCI VE SON BENT:
ve bir gülüştür- kalmıştır -kalır akılda sedası önce masada ardından göğe yükselen? dur demem -bu defa- ki dizim yastık sözüm yorgan gönlüne boşluğum? sanadır.
baştan aşağı gördüğüm.
Dehşet bir şiir ...Helal olsun şair sana... Diyor ki:
"Ey ahmak insan, senden geriye kalsa kalsa hatıralarda bir gülüş, bir hoş seda kalır, cenaze namazını kıldığımız o masadan (musalla) sonra ruhun göğe yükselecek, sana dur demem artık, zira O'na, Yaradan'a gidiyorsun. Bundan sonra ancak ardından edilen dualar sana yastık yorgan olacaktır.Benim bu dünya macerasında baştan aşağı gördüklerim bunlardır..."
Aylardır abuk sabuk yazıları şiir diye okumaktan gına gelmişti. Teşekkürler Ebru Hanımefendi, bu gece şiire doyduk. Elinize dilinize yüreğinize sağlık. Ayrıca, Seçici Kurulu böylesine isabetli bir seçim yaptıkları için kutluyorum. Saygılar efendim
Mehmet Binboğa Eskişehir
Çağan Armağan tarafından 5/2/2015 4:51:13 AM zamanında düzenlenmiştir.