aklından bir şehir tut
göğsüne bir nihale koy
sonra sevmeye niyetlen ateşten kopup geldim yakmasın ellerim seni ah ki tenimin utangaç rengi ayıp değil, günah değil çöl güneşidir şu gövdemi dağlayan her türlü sevmelerin pervanesi ikide birin biriyim, sayılmama bir parmak yeter bir çocuk bile hesap edebilir beni arada birin biriyim yarımım, eksiğim anlayacağın gülüşüm yarım kalır korkarım tamamlamaya içerimde eksik bir fotoğrafın siyah beyaz sancısı bir dağın sırtına yaslanır gibi gölgesini topraktan sektiren ıslığını rüzgarda gizleyen kimsesizlik yer altı sularına benziyor, sokak hayvanlarına şehirli bir güvercinin süleymaniyeye kanat çırpması, yazlık bir sinema biletine... suyun öylece akması, akıp yerini bulması... londra grisi, istanbul mavisi ve malatya sarısı öylesine bir yalnızlık, yani bir öncekinin aynası işte bu renkler... bu renkler ve dahası kendimce bir yalnızlığım var diyorum “benim de” diyor birisi öteki ağlamaya başlıyor bulut, bulut bir ilkbaharı açıyor masmavi deniz soruluyorum durmadan hiç iki yalnızlık bir olur mu? hiçbir kadın eli değer mi ellerime? hiçbir kitapta geçer mi adım? hiçbir insan ayak basar mı toprağıma? pek yüz kere, çok yüz kere soruluyorum taş, taş büyüyor kaldırım olmak tuğla, tuğla bir duvar örülüyorum ağaç, ağaç... dal, dal... yaprak, yaprak... pek yüz kere, çok yüz kere eksiliyorum aklından bir şehir tut öyle sevmeye niyetlen uzak yolculuklardan geri dönüyorum dağlardan, tepelerden çöllerden, denizlerden içerimde karne günü sevinci yedeğimde yalnızlık sarı sıcak bir haziran uyanıyor bir dağın sırtına yaslanır gibi gölgesini topraktan sektiren ıslığını rüzgarda gizleyen |