anlasalar anlatacaktımyaşamak güneydoğulu bir kasaba serinliği işte şurada parmak izi bir gerillanın burada da faili meçhul cinayetler Dicle’nin vebali hiç bitmeyecek kıpkızıl akacak bütün kollarıyla korkuyorum mutlaka ikiye bölecek insanlığı.. dedim ya burası güneyli bir kasaba; Nuh’un gemisinden el sallayarak İpek Yolu’ndan ve kurumuş derelerden geçilir dokunmadan bilekleri dövmeli bir annenin acısına ve ilişmeden bir Türkmen kızın sevdalısına esmer mi esmer gülümseyen.. hiç bir şey anlamıyor beşikteki İsa’dan ineklerin ve çiçeklerin yunduğu ağır kokulu sulardan eşikteki fırtınadan anlamıyor namusuyla ölmek istiyor pembe güllere ve panjurlara inat yani kasaba bitince ve ebe kör olunca hemen.. ey kendini asmak için ibrişim urganlar arayan esmer kız! ey yüzünde gülücüklerden menderesler gizleyen! .. bu siyah ve lüle saçlar senin aldırma İsrailoğlunun safran ineğine ve küskünme Mezopotamya’nın dağ kokulu çiçeğine bölüş sevincini; hüznünü bölüş Süryani kızların saç beliğine benzeyen en hoyrat çığlığını bende unuttun beni öldürmek için hüznünden utanırsan kederimden öleceğim -geçen senin gençliğindir Cudi’nin baharı değil- ey sevgili! bir ünlem seslen sen gülümseyeceğim.. güneydoğulu bir kasaba mezarlarına bakarken bir freskten yontulmuş yüzümü görüyorum ertelenmiş gülüşleri gözlerimin heybesinde ’beraatun minellah ve elif lam mim’ babamın, miras diye bıraktığı; tarihe dipnot düşülmüş bir bayramım yok çırılçıplak gülümsüyorum güldükçe yaralanıyor utanıyorum ve borçlanıyorum çocuklara ve Allah’a acılar ayrılıklar savaşlar ve generaller çoğalıyor tam da her şey bitti derken kavruluyor aykırı esmerliğim dilimde kekre tadı kelimelerin ve güvenini yitirmiş sevdaların ürperiyorum yaşamak berzahından geçerken.. anlasalar seni anlatacağım dağlar ovalar gerillalar ve kumandolar taş atan çocuklarıyla ırmaklar bilsem ki yeni bir aşk doğacak yeni doğan günle tanımadığım tüm kadınlara mektuplar atacağım senden kurtulmak ve emanetimi almak için yoksa şiirim kötürüm kalır ve ahım yayılır çocukları büyümüş bir kasabanın sokağından dünyaya -ortasından nehir geçmeli mutlaka- ki böyle yerlerde çocuklar hiç gülmez ve yabancı esmerliğine taş atarlar genç kızların; -serçe öldüren bir sapana dönmüştü çocukluğum anımsıyorum; el yordamıyla hüzünleniyorum- taze ölmüş gelinler gibisin gönlün uzak metropollerde camların tozunu silerek vitrinlere ve düşlere utangaç bakireler gibi gizlenerek eğip başını soracaksın belki de; ’ yüzüğünü yitirdin, göster bakayım ellerini bana uzaklardan ne getirdin..’ o vakit yıldızlar kayar ve ay yitirir ışığını işte red edilen sevgim büyümeseydi böyle gözlerim kararmaz ve bir cinayete hazırlanmazdı ellerim bak işte bir serçeyi uçuşundan vurmayı düşlüyorum ötelenmiş esmerliğim git gide büyüyor bir generali mutlaka apoletinden vurmak istiyorum ve bir mezarlıktan toprak sipariş etmeyi.. anlasalar anlatacaktım Kürtler Türkler ve dünyanın bütün sevdalıları korkunun çerçevesine resmedilmiş bir ihaneti kucaklama zamanıdır buralarda kasaba upuzun bir hicranım vardır şairim ve zaman kasaba sabahı aynaya bakarsam kuşlar sürüyle ölür sahi bilinçaltı bir ihanete dönerken yaşamak ben hep neden ölümü anımsatırım dedim ya dinleseler anlatacaktım dağın ve rüzgarın gizlediklerini ama sesim sesine benzemiyor diye vuruyor beni insanlık güzelleşiyor yaram; alkış istemiyorum hüznüme ve acılarıma sizin de yansın canınız! aşığım öyle bakmayın yüzüme nolur öyle bakmayın rededildiyse kimliğim sevdam ve esmerliğim edildi beni utandırmayın; yaramı azdırmayın.. ah ki kimliğine insan yazdırmalı şair galeyana gelince kalabalıklar ki yüreğini söküp göğün ellerinden onu öldürsünler yoksa bir gün geri isteyecektir sevgisini bakışlarını kara gözlerinden yarin; ve insanlara yazdığı bütün mektupları bitimsiz bir güvenle yaşlı kadınlara sunmak için |
İkiye değil, dörde beşe bölünmüşüz
bu çoktandır belli.
Bölenler ve b/öldürenler utansın.