Efendimefendim siz ne kadar yüksekten dökülüyorsunuz öyle bir şelâle desem,değilsiniz; taş ve kum yığınısınız aşağılarda havasını solumak istiyorsunuz, derin, muazzam nehrin bilirsiniz hamurunuz bizim bura işi kara buğdaydan bir hava ki burnunuzda dağlara tırmanıyor eziyor bütün kır çiçeklerini, hayvan otlatıyor oturuyor kumdan gövdesinin üstünde bir adam sosyal yardımların orada ara beni diyor hemen hemen adresim ora kendimde yoğum çok az uğrak veririm kendime bilirsiniz bana değer biçtikleri adreslerdeyim efendim siz ne kadar insanınıza yabancısınız paris’te miyim diye çevreye göz attım da küçülen ekmeklerin arasındayım, elimdeki poşetle hani siz tutuşturdunuz elime efendimler arasında ben efendi aradım karardıkça kararan duruşunuzda ayaklarım düzgün basarken durduğu yere sizin üstünüzdeki ağır mı ağır değirmen dönüyordu bırakıp gerçek işlevini biraz kımıldatsaydınız devasa taşınızı kurtulacaktınız üstünüzdeki sizi devirecek yükten kimbilir gökyüzünde başınıza bir yer açılırdı unuturdunuz ateşe tuttuğunuzu elinizi çocukların da gülmesi gerektiğini akl’ederdiniz sıra sıra dizilmezdi ölüleri çöllerde efendim sizin taşınız oyun taşı değil eli olduğunuzu boşuna söylersiniz Tanrı’nın kimse görmedi yıldızlı geceyi yüzünüzde ne de güneşli günlerdeki o ılık nefesi hani ay çizilsin isterdim suretinize sert kayalardan düşmeyin öyle sizinle birlikte yıkılmasın o kocaman köy ekmeği kararmasın yıldızsız gecelerimizin neden ışıklar sönüyor sizin bakışınızda yollara dökülüyor bir bir taşlarınız geçit verilmiyor yürümüyor yolcular özgürlük şarkıları çalınmış olanlar efendim efendiler götürsün sizi! 29. 8. 2014 / glenay |
.....Saygılarımla