YONTULMUŞ BÜYÜMELER
YONTULMUŞ BÜYÜMELER
Çokça derinlerde bir volkan… Kaynağından fışkırırcasına patlamamıştı üst üste henüz Lavlarla kızışmış dilden avaz avaz susmamıştı kopamayan hıçkırıklar. Dağlara kar yağardı Toprağın ümüğüne yapışıp kalan. Fırın kapaklarından Naylon poşetlerden Kaydırılırdı sevinçler Serçe gülüşler. Bir sabah uyandığında; Beyaz gelinliği yırtılırdı köyün Küreklerle Evden okula usulca. Lastikli ayakkabılar hünerinde Daha hafif adımlardı minicik yürekler baharı Ama ak gelin düğünlerinde Islanır, emerdi kanını ince bilekler Şeffaf topuklar… Delikli babetler En lüksleriydi neşenin Hele ki pamuklu botlar cakası Değmesindi hiçbir keyfiyetin. Nasipse giyilirdi bir kez daha doğarak Değilse, bükülürdü boyunlar Devrilen ayaklarına tutunarak. Güneşin batışına dek Oynanan heyecanlar Kömür sobası kucağında Hummalı sızılarla söndürülürdü. Soyunup masumiyetinden Haşat edilmiş libaslar Demir leğende azarlanır, Bir anne şefkatiyle Silkelenip yıkanırdı ardından. Kaymalar, ağlamalar Hâla kulaklarda çınlayan engin uğultular… Gece, uyanıp deliksiz uykusundan Gün ile tokalaşırken Baharın en güzel armağanıydı Hanımelleri, menekşe cilvesi Yasemen salınımı Narin akasya peçeleri… Uğurlandı mı Yamanmış pijemalı Yediveren gül çocuklar Oturup bir lastik daha geçirirdi yoksunluktan Nasır kokan anne elleri. Meralara koşarken Güdülen koyunlar Sevilip sayılanlar adına Özenle seçilirdi papatyalar. Gölgeler adımlanarak Ölçüldü mü zaman Üç taş omuzunda Kaynardı kulpu kopmuş kapkara çaydanlar. Çemberinde bir çocuk Dünyayı çevirince zayıflamış çubuğuyla Bir kaplumbağa sırtıydı aslında Çokça yaşanacağını sanan bihaber sanrılar… Güvercinlerin göğsüne Ne kadar gerilse de sapanlar Iskalamak daha berraktı Bir kalbin tam ortasını oymaktan. Kent havuzları Nice kirlerle el değiştirirken Sahipsiz değildi yine de Kaçamak yüzmelerle süslenen çayırlar. Sabahın her ilahi çağrısı İbresiydi azmin, hevesin Okul tadında… Siyah ve beyazın cümbüşüyle Yaya gülüşler çamurunda yollanırdı Çizmesiz çiçekler. Tonlarca umut Yüklenip küçücük omuzlara Daha heybetli yarınlar için Uğurlanırdı tüm dualar. Ve ders: ‘Hayal bilgisi… çıkarın kaleminizi, kederinizi hayat bir sınav kopya çekmek serbest o zaman!..’ Geçse de bir kalem Kalemler yüzeyinden Ecnebi hayaller beğenemezdi Nüshasını imzalayıp Bir tek elleriyle kirleten. Teknoloji abidesi enerjiye hasret Gaz lambaları üşümüşlüğüyle Kıran kırana yarışan kış gecelerinde Mışıl mışıl örterdi gece karanlığını Masal tadında dinlenilen öğretiler. Ateş böcekleri senfonisiyle Serin bir makam iliştirirdi çimenler Terlemiş yakasına Kavruk yazlık düşlerin. Tane tane dökülürdü bakışlara Lacivert göğe asılmış yıldızlar Tutunurken bir yıldız burcuna Kayıp düşebilirdi damdan Acemice tutkular… Nefesler Kerpiçten, çamurdandı belki Ama yine de Betonarme hisler henüz yükselememişti. Yeri göğü daha sağlam adımladı mı Boy veren her çocuk Dallanıp kök salarken Ülfet ve külfetiyle Vakti gelmişti Emek bilincinin Kazanıp akletme direncinin aşısı. Ağrına gitse de bir anne yüreciğinin Göz göre göre Bir kulaktan vurup diğerinden kaçmamalıydı Ayakta durabilmenin acı şırıngası. Evin atası Henüz erken deyip Karalamak istese de bu mahzun tabloyu Ertesi gün Asılırdı boya sandığı omzuna Utangaç göz yaşlarının. İlk müşterisi olurdu hayat: ‘Beğenmezsem soluk vermem!..’ Çamuru, kiri, necis kokusu Tırnaklanıp sökülse de hayattan Alınamazdı ederi emeğin Kırılır giderdi boyunlar Ardına bile bakmadan… Güneş yorulup Mola verirken günlük vazifesine Dönülürdü tozlu topraklardan Mahcup ve üryan… Baş konunca yastığa Ve birkaç metelik Erin ellerine tutuşturulunca Sular seller haykırırdı Uçsuz bucaksız çarşaflara. Sonrası Çok çeşit umutlarla, heveslerle Var olmanın hakikatiyle Buzu erimeden Susamış hayatlara sunulmaya çalışılan Sular, limonatalar… Karbonmonoksit kahvehanelerde Bir bardak daha tutmaya çabalayan Soğuk sulara tutulmuş yanıklar Azarlanmalar… Toprak bacalardan dumanı tüten Grup müşterilerden mürekkep Yıkadıkça kuruyan Yağlı bulaşıklar geçidi… Ve şimdi Yemeden yedirilen İçirilen Giymeden giydirilen Meccanen büyütülen koskoca yalnızlıklar… Tenha bir gecenin tam ortasına otururken Dönüp dibine sessizce bakıldığında Bir daha düşülür dilsiz kuyulara Çünkü; Velâyeti çoktan verilmiştir mazinin Hayatın korkunç kollarına!... |