MAHŞERİ YALNIZLIKBir semaver buğusunda terk ettiğim çocukluğum Geri döndüğümde kırılmıştı Topladığım tüm kameri aynalar Oturup bir yangın çektim ciğerlerime Küle susayınca özlemler Boğazımdan fışkıran hüznün kasaveti… İçim söz gürültülü Yağdı yağacak Kendi kendime kalakalmışlığım Ne sesini tanıyan dilim Ne de adını çıkarabildiğim sevda Öyle boğuk ve titrek Öylece hırıltılı Sallanan başucumda. Dudaklarım Her sabah düşlerinin salâsını okumaktan bit’ap Omuzlarımda gömüp gömüp Bir kez daha dirilttiğim Ve taşımaktan âciz yanımla boy veren Yalnızlığın buz tutmuş cenazesi Geceler… Bağrımdaki sancılarla yıkanan yüzümü Çakılı kaldığım tavanda Asıp kurutmaktan mürekkep. Uyandığında kir beyaz bakışlarım Bir maskem dahi yok Usulca tazeleyip makyajını Sokaklarda arz-ı endam eyleyecek!... O mahşer belasında; Bir annenin şefkatinden kopan mâsumenin Tekinsiz yollarda Örtüsü kayacak birazdan Yeniyetme gülüşler ortasında Sırrı topuklarına kadar dağılacak ardından. Küfredecek bir kedi midesi taşanlara Köpekler, soğuğu anlamlandıramayan perdeli nazarlara Çocuklar, bunak ruhlara Kar-ı-lar, heybeti yitik dağlara Dağlar ki; Omuzlarından hiç erimeyecek sandığı buzullara Sevgi, saygıya Aklar, karaya Olması gereken Olmak için soyunanlara Ve aşklar ki; Tutup yakasından yüzüne insansızlığın El değmemiş onurunu kusacak Utanmadan bir kez daha… Bilirim Böyle bitmez elemim Sövüp saysam da Diner mi şiddeti kederimin?.. Belki bir meczûbun kötürüm uykusunda Aşıp aşıp ağları Perperişan yolculuğun son vagonunda Belki de kıyama kalkarken gözlerimden On sekiz bin davalık Hükmüne boyun büker Göğsümde deliren Bu mahşeri yalnızlık… |