GÜLE SOLMAYAN B/AKIŞ
GÜLE SOLMAYAN B/AKIŞ
Gecenin en tarifsiz karası Sığ karanlıklar ortası Dudaklarımda inin inim zonklayan sancı Bağırsam patlayacak gözlerim Sussam bin parça, dilim dilim... Cılız kalemimle okşanırken buruk sahifeler Mahcup ve üryan... Hiçbir dize yanaşmıyor Hasreti hakkınca çizmeye. Derdim ne çok Ah! Bir bilsen güllerin Kanı! Hal-i eşkalime farazi bir tasvir bile yok. O kadar parçacık O kadar damlacık O kadar ki noktacığım işte! El pençe Başım ayaklar dibinde... Kaç kez sıvanır bir ruhun küflü damarları Ve de kangren tortuları?... Sus vuruşlarımı döve döve Morarmış feryatlar büyütsem de iniltisiz Terkedilmiş çığlıklar var topladığım Hırpalanmış heybemde. Bir çağın kıyametinden Mahşer cesetlerinden Gözün gönlü boğdurduğu; Sözün özünü oyduğu Ketum gecelerinden sızıyorum en mahremine. Hani o sinelerde ölümsüz doğuşunla Göller bir çırpıda kurutulduğunda Kisralar paldır küldür yıkıldığında "Levlâke levlâke..." sancısıyla Tir tir d/inlerken arş-ı endâm Hürmete boyun devirip vurulmuştuk: "Semi’nâ ve eta’nâ..." Nur’a çakıldığında kurşuni gözlerin Seçkin parıltılar vardı retinanda Rengarenk oynaşan. Sarımsı bir tadı vardı bakışının Bir güneş gibi Alabildiğine umut Yakabildiğince hüzne sûkut... Duaya acıkınca minicik dudakların Amin/e/ler emzirdi ilk, devayı şekerden Şükr ile öptü alnından, Aşk’ın asil Tâlip lerinden. Emindin Emniyet verdin. Dokunmadan bir kez yalana Doğrularınla ahenk ahenk nakşettin... Lâkin öksüz çöl kucağında Yetim hicretlerle büyüyordu yalın ıssızlığın Sararmış yakarışlar yuvalanmıştı bakışlarında: Kör beyinler Dilsiz iniltiler Ve sağır yitimler, birer birer... Kimi diri diri kederini döver Kimi öldüresiye ciğerlerini biçerdi. Bir mâna arıyordun o gül haznende "Bir mâna olmalı bu sus karşısında Bir mâna... Bulan Buldurtan Çağlar boyu ışıyan, şu cebel-i Nur’dan..." Ve Hübelin Yine uykusunu alamamış o dehşet akşamı Küfrün rezil rüsvâ titrediği Cehlin yerden göğe iplendiği Güneşin tüm ışıklarını yutkunup: "Doğmak haram bir daha" diye Bütün kimyasıyla uçurumlardan battığı v/akitte Sımsıkı üfleyip bıraktı Hirâ Nefesiyle Alem’in: "İkrâ.. Halkeden Ve çürümüş zerreye ten verenin t/adıyla." En güzel mucizeyi taşıdığın müjdeci kanatlarınla Dokudun ilmek ilmek tüm karanlıkların bağrını. Çöl kızardı Dağlar bir çocuk gibi ufaldı Hıçkırdı bulutlar Durmadan dualar ağladı Nergis nergis nefesince... Sen Ey...! Örtüsüne bürünenlerin eriten Güzelliği Risâletin okyanus derinliği Peçesini kaldırınca ruhunu rikkatin Devredilen devirler devrildi kökünden. Ve hiçbir cevap doğuramayan kısır sorular O gün noktalandı yırtık rahimlerinden. Sevgiydi; Ebâ Hureyre ellerinde Okşandıkça büyüyen Taatti; kızgın kumlar aşıp yalınayak Veys’e yangın yangın kapı döndürten Sadakatti; Sevr deliğini, can çiğneyip Düşünmeden topuklarıyla çivileyen. Anaydı Babaydı Şevk ile fedaydı Söz ucunda söz Yürek üstünde yürek Ensâri bakışlarla süslenen koskoca vefaydı... Ama ki; en Emin’in yegane Emaneti! Can çekişiyorken yokluğunla Ve şaşı kalmış yol ayrımlarımızca Boğaz boğaza bir hevesteydik çoktan, bir ömrün Kâh linç edilirken kendi kirli ellerimizden Kâh ayaklarımızdan saplandık Koşar adım bomboş çıkmazlara. Pazar pazar dolaştırdık sevgiden emaneti Buyrun: "Sevdiğim, Her şeyim!..." Kaç şey doldurabilirdi ki içini Her şey’in Ya da Her Şey’den ötesi de neydi ki Hiçbir şeyin?... Değil miydi saf saf birleşip de Binleri Bir eden; Tek olan değil miydi Hükmünce halka halka dizip Varlığıyla nice mânalar giydiren? İşittik, kilitliydik Bildik, zincirliydik... Hiçbir canlı kemik yoktu ki biz kadar; Ahde vefasız Kan ile Hınç ile Caniliğe bu kadar pervasız... Çekip çekiştiren Leşini kardeşin, silip bir çırpıda rezilce öğüten. Köşe başlarında Ortasında aşikâr güruhun Yani uluorta Yahut, ısırıp da hesabını parçaladığımız O arsızlığın Donuk çıplaklığın Ötesinde hayvani saflığın da Aymazlığın Katran yarası kararmışlığın "Nâ" ekleyip usulünce Mahreme "Lâ!" deyişimizin Bitkin ve dönüşü yıkık o son/ucunda Lime lime Parça parça Ezik ezik mühürlendik ya gönüllerimizden N’olur sök artık, ey Cevher-i Ravzâ!!! Bu hâl Bu âhval Kırık,dökük, pejmürde... Benzi kararmış kalem bile Kızarıyorken resmeylemeye Gömülüyorum yine yapışkanlığına Güneşe bakir karanlığımın. Kir pas içinde damlıyorum sağanak sağanak Taşıyorum kupkuru yatağımdan. Özlem ki yakışandır En güzeli sana Şefaatinle nimetlendiren Rezzak’ın sonsuz Aşk’ına. Başım yastığımda kıvranırken Korunaksız bir ceset gibi Diz büküp felâhına Sığınıyorum Hıçkırıyorum Ve kavruluyorum nara nara: "Nolur bu acziyyeti, bu sefil haysiyyeti Nolur unutma...!" Sezgin Karadağ |