beyhude
bu sabah tüm düşleri hayra yordum ısrarla
çay içişini de hayal ettim elbette ve bir meyveyi soyarken parmaklarını kanatmanı sığınırken şiirlerin defne kokan yanlarına gizlendiğini yüreğinin uçsuz bucaksız sıkıntılarına düşündüm ağladığını da pişerken insanlar haritanın en uzak ucunda.. gözlerin düşlenen uzak diyarlar gibi seyirlik bir vitrin sabitleyip bakışlarımı kaşlarının en ortasına bin yıldır ıslaklığına bakıyorum mesela saçlarının kadim öykülere vuruyorum yüreğimi ki kana bulansın mutlaka ömrümün masalı uyansın diye çocuklar zulümsüz yarınlara.. kazanılmış bir savaş sonrası sevinç narasıyım yabancı diyarlardan zılgıtlardan çok sesli mağaralardan geliyorum adımlarımda yaşanmamış sevdalar ellerimde hodbin yaralarımla sesimdeki ağıtlarla mağrur bakıyorum yüzüne ortasından kanlı nehirler akan yırtık zırhımla insan en çok galipken mahzundur unutma.. seni savaşlarda da düşündüm çalkanırken de iki deniz madem deniz dedim korkmadan bir beden bir diğer bedene niye yansın ki sahi ve insan neden şahlansın ister kısraklar oysa “ bir kadını sevmek ve onu düşünmek haya ister oğlum” derdi annem senden söz ettiğimde bak nasıl mahcubum şimdi nasıl yenik pusatsız ömrümü heba etti bu anlamsız mefkûre.. yeterince büyüyemeyecek insan sevgili yağmalanmışsa ansızın göz kapakları ve kurtulamayacak asla kendi mıhını nalına çaktıkça acıdan talan edilmiş bir gardan geriye uğultusu kalır ancak sessizliğin şimdi yine seni düşünüyorum ellerin birer bayrak bir tren kalkıyor gardan limandan bir gemi bir kuş havalanıyor her şey acıtıyorsa ve kırıyorsa kaburgasını kelimelerin ne etsem mutlu bitmeyecek bu öykü... |