12
Yorum
23
Beğeni
5,0
Puan
1590
Okunma
masmavi bir deniz ve bir peygamber vardı Yunanla aramda
önümde hafızası tıklım tıkış bir sahil
kafakağıdımı almamıştım evden kaçarken yanıma
karnım açtı ve tuzlu sular akıyordu
üzerine beddualar okunmuş musluklardan
tekin değildi sokaklar
üç kişiden biri polis biri hain biri ajandı
ne çok yasak vardı kütüphanelerde minberlerde
kâbus gibi çökmüştü halkın üstüne eylül apoletli paşalar
ve ne idüğü belirsiz Çernobil...
devlet yıkıp devlet kuruyordu kuytularda insanlar
takatim yoktu anlamaya su satıyordum ağzı kurumuş ağustosta o vakitler
ege denizini doldurup zarfa babama yollamıştım
güzel cümleler aşırmıştım Seyyid Kutup’tan
Sezai üzgündü Zarifoğlu ayrılmıştı aramızdan
saçları kıvırcık bir kız vardı bir de adı gamze
Minik Serçe’nin konserine gidiyordu
ve Galatasaryla akrabaydı
bense fazla taşraydım omzumu döven saçlarımla
bakamıyordum gözlerine
Mustafa Denizli’yi biliyordum ama
habersizdim Çeşme Antik Hava Tiyatrosundan
bir gün haber geldi memleketten zarfta annemin münbit gözyaşları
sokaklar tekin olmasa da gurbet betermiş
ve insanlar pencerelerine naylon çekerek korunuyorlarmış Saddam’ın gazından
geceleri Ahmet Kaya şarkılarıyla barikat kurup Ahmed Arif’in prangasıyla tutunuyordum hayata
kötü sigaralar içiyordum ve korkuyordum yeni patronumdan
Godoto’u bekliyordu birileri
benimse acelem vardı kurtulmak için yalnızlıktan
herkesin elinde kola şişesi ayağında şort vardı
bense koyu kederler demliyordum gönlümün semaverinde
ayağımda soluk bir pantolon
utanıyordum çünkü komşu dükkanlarda çalışan güzel kızlardan...
Mezopotamya kaynıyordu ve İzmir’in umurunda değildi
çok zoruma gidiyordu
çünkü bilmiyordum haritada yurdumun yerini elbise yıkamayı
bir gece dolanırken gecenin bağrında üç kişiydik
durdurdular ve devriye devriye baktılar yüzümüze polisler
"nerelisıniz gençler?!" dedi en çirkin olanı
"Ankara!"dedi Ahmet
"Çorum!"dedi doğan
"Batman!"dedim
"Gel bakalım şöyle sen, ne işin var bunlarla?!" diye aldılar malum torosa
"Beraber çalışıyoruz aaabi!" dediyse de dinletemedi Ahmet Usta
üç gün soruştudular
üç gün aç kaldım
üç gün ağladım on dört yaşımda
Çeşme’de kale altı karakolunda
çok hırpaladılar
çok küfrettiler sebepsiz
hiç biri işlemedi suskunluğuma...
çıkar çıkmaz nezaretten dönmeye karar verdim
adım dahil herşeyim unutulsun diye geride bıraktım Yunanistanı
biraz da Ruslarla bir olup çıkarsınlardı o yakut koyların tadını
kirlilerimi albümümü ve "kolay ingilizce öğrenme" setimi...
bağışlasın kaytan bıyıklı pazarlamacı ödeyemedim son iki taksidi
zaten hiç öğretemiyordu ingilizceyi
aksak türküler ıslıkkayıp atladım kara trene
salavat getirmeyi öğrettim yol boyunca kompartimandaki yaşlı kadına
kucağımda Dostoyevski öğrendi de yaşlı kadın bir türlü anlayamadı
söyleyemiyordu çünkü müsait değildi dili
taşıyamıyordu hançeresi çöl ezgisini
meydanlara gidiyorum meydanlara
yolculuk nereye diye soranlara
meydanlara gidiyorum ki joplar kurşunlar süreyim yaralarıma
beni kimse anlamıyordu elbette
iğdiş edilmiş imgelere abanmıştı o yıllarda şairler
ve kanlı öykülerle uğulduyordu meydanlar...
sokağımızın başı tutulmuştu her zamanki gibi
bir türlü anlatamadım derdimi
sırtımdaki çanta kırmızı gömleğim ve beyaz ayakkabım yeterliydi suçlanmama
ağız dolusu küfredip kıydılar sevincime
ben bırakmıştım meğer Dicle’nin kıvrımlarına o yasak bildirileri
üç gün aç bıraktılar özel harekatta
üç gün dövdüler yeniden eski yerlerimden
üç gün küfrettiler yaralı yerlerime
nihayet çantamın dibinde bulunca delinmiş tren biletini
bıraktılar cemaatsiz sabah namazanın gölgesine
annem sadece sarıldı
üç gün konuşmadı
üç gün söylendi jopun işlemediği yüreğime
dağıtmadığım bildiriler hatrına...
biliyorsun işte anne
bir kez olsun "çıkar ulan kimliğini" denmeden
dövülmeden
aşağılanıp tartaklanmadan
paletlerle ezilmeden
kurşunlanmadan
geçemiyoruz öz yurdumuzdan
anne sana aşk olsun
bak olur olmaz dolduruyorsun gözlerimi yine
rahat uyu!
iyiyim. vallahi bak iyiyim.
salatanın suyuna ekmek bile banıyorum daha ne olsun...
5.0
100% (10)