Yok Daha
bir tek bakışlarını eğince
sen sen olurdun bulvar gürültülerinde kaybolma tutkularımla yoldaş ince bir yağmur korkusu kalır aramızda biz onu anı sanırdık ve dünyada bir tek yalnızlığa çare yokmuş gibi gitmeleri kabullenmekle geçirdiğimiz zamanı alıp yanıbaşımıza yine aynı başa döndüğümüz... küçük ölümlerle biter hayat ayaklarımız bizi ters yollara sürüdüğünde anımsayıp unuttuğumuz sokak başlarına fark etmeden umutlar bağladığımız gibi... güvercin uçuran düşlerle kalmamalıydık kaldırımlarda hasta solgun kirpikler bıraktığımız kendimizden uzaklaşma öykülerimizde fütursuzca sevmeye uzaklığın acısı bu yorgunluk birlikte yaşanılmış yağmurların değerini bilememek yok yakınken diyememek hep bir elveda sızısından esirgemek adına ömrü bu ömür yoksunluğu... daha beklemediğim duraklar da vardı hiç varamayacağım gülümseyişinin pazar sabahlı kenarına daha oturup bir solukta birlikte bir ev kurduğumuzu konuşmayı aklımdan aklımdan geçirdiğim isimsiz parklar birlikte okuyacağımız kitaplardan kıskançca cümleler aşırdığımız gri denizlerde bırakıp aklımızı başbaşa paşa çayları daha vardı demek vardı birlikte mümkünse birlikte irmik helvası kokan komşu evlerinin kapılarını birlikte çaldığımız gurur yapmadan birbirimize su getirdiğimiz kilim serili yaz gecelerinde eski alışkanlıklardan kalma bir saflıkta mevsimlerden söz ettiğimiz çocuk sesli pencerelere yüreğimiz açık daha kış hazırlıkları bulutların seyriyle insan duyarlığımızda ve kalp ağrılarına inen akşam sessizliğinde kente küs bir inatla öpmek vardı öpülmemişliğinden o anın artık daha yok... kağan işçen... |