Fincana Sığan Kırk Yıllık Acı
Aylardan Nisan’dı ve körüydü sabahın.
O’nunla karşılacaktık ilk defa. Beklemeye çekilmiş zat-ı halim; Huzurlu bir şehrin,buz kokan terminalinde. Geliyordu. O’nu daha önce hiç bu kadar güzel görmemiştim. Daha doğrusu O’nu hiç görmemiştim. Çok güzeldi,gözlerine huzuru saklamıştı ALLAH. Kangren edebiliyordu bakışları,içimdeki O’nsuzluğu Öylesine uğraşılmamıştı; ALLAH’ın ne kadar sanatkar olduğunun kanıtıydı gözleri. Özenerek yaratmıştı azze u celle. Öğlen vaktiydi ve geziyorduk O’nunla. Gözgöze geldiğimiz o anda Mevlana’nın Türbesi’ndeydik. Duvarlara acı ney sesleri çarparken,gözleri huzur nakşediyordu yüreğime. O’na bakıyordum,gülüyordu. Kahvenin kırk yıllık hatrı aşkına, Kırk yıllık hatrımız olsun hayatımızda diye Dede bahçesine gitmiştik. Kırk yıllık anımızı bir fincana sığdırabilmiştik. Kırk yıllık hatrımız; Birgün kırk yıllık acımız olacağını bilmeyerek. Akşam üstüydü ve "yağmur" yağmak için O’nun gidişini bekliyordu. Telefonu çalmıştı, arayan babasıydı. Baba/m olamadı,O’nundu baba/sı. "Kalkayım." dedi, "Kalkma" demedim. Küfür kokan dudaklarım ateşlerin içinde yanıyordu sanki. Gidişine engel olacak cümleleri hazır etmiştim bavulumda. "Gitme" diyecektim. "Kal yanımda biraz daha" diyecektim. Diyemedim. Gitti. O’nun gidişini bekleyen yağmur dökülüyordu bulutlardan usulca. Başının örtüsüne düşüyordu damlalar. Islanıyordu pardösü. "Islanma az daha bekle." diyemedim. O gitti, Ne o arkasına baktı, Ne ben başının örtüsünü kuru tutacak cümleler çıkartabildim bavulumdan. Kırk yılın hatrı kahvemi yudumladım. İçimi yakıyordu sanki. O dışarda yağmurda ıslanıp üşüyordu. Ben kahvenin sıcaklığında eriyip gittim. |
güzeldi gönül sesi saygılarımla