düzenek....
sabıkalı bir gece ve kaçak bir yağmur.....
düşlerin iz sürgünü kayıp gözlerin bile kaçak olduğu sözcüklerden cinayetler yağdığı bir mevsim. ihanetler kol gezerken hayalperest döküman/larda cüsseli aşklar yakılıyor sokak başlarında paha biçilemez şarkılar çalıyor ve megafonun kayıtsız şifresinden akıyor hayat... çağlar tek tek asılmış yürek denen deniz çoktan kurumuş ne demeli kavak ağacı seslerinin yorgun düşmesine açık pencerelerde oynaşan perdeler kadar itici aşk yağmur yağsa topraktan korkar olmuş damlalar ve edepsiz bir gece çocukların rüyalarına karabasan doldurmuş... ölüme acıktığı kadar ölüm taşıyor batıl inançlı sessizlik bir parça umut olsa bir parça umut dökülür belki aydınlığın tarifsiz çamurları üzeri kar toplamış başı sağanak zifiri yeraltı iskeletler ülkesine geçiş yeryüzü buğday tarlasında katli ferman ve daralıyor dar sokakta karanlık sonunda başından ayrılıyor şehir.... göğsüne çakılan ağlamayla haykırıyor eskileri yenilere peşkeş çeken adam siren sesinde renksiz bir bulut çöküyor meydana koşmaya çalışsanda ayakların romatizmal bir beton olduğun yere gömülüyor son umudun.. sakıncalı tutkular biriktirmek yasak yasak çiçeklerle gelecek vadedilen sohbetler sidik kokulu penceresiz odada can çekişerek ölmek serbest sansürlü haber padişaha itaat başı kuma sokmak at gözlüğü takmak serbest oda küçük düşürülmeleri aşağalanmaları yok sayılmaları göze alırsan... şimdi satılıyordur her hangibi bir köşe ve gün geldiğinde çocuğun kocaman bir tükürük attığında yüzüne sorgulamadıklarından utanacaksın kahrolacaksın çocuğuna bıraktıklarından onursuz bir hayatı yaşarken şimdi onuru nasıl çocuğuna anlatacaksın... ve sular çekiliyor gazzeden ramallaha doğru amedin dersime bakamadığı bir duvar var istanbul koca bir yangın ve tarifsiz tarih yanılgılarla düşüyor sistemin gizli dosyalarına... |