kent hikayeleri ( terk edilmiş anılar dükkanı )uçuk hayallerin ütopik düşleri göğün akşamıyla devrilse yapış, yapış terli yalnızlığıma .. hiçbirşeydi herşey herşeyin dümdüz bir kentinde toplandı, benden eksilenler laciverti giyinmiş gecenin içinde üstü açık üşümeler evine sığınmış, çocuklardan öğrendim kirli gülümsemek, taşlaşmış en vahim kalbin ilacıdır o zaman çıkarıp attım kaburgamın altındaki kırıkları rastlantı olsa gerek bir kadının içime kaçtığı tarifsiz yağmur evvelinde önünden geçtiğim meyhaneden dilime sürtüldü bir şarkı ve daha denizin sesini acıkmış kulaklarıma yedirmeden suskunluğuma basa, basa söylemeye başladım avazımca nasılda Sokrates kokuyor hava, rüzgar Pir Sultan ve ağırlığı hüzzam bir türkü gibi limanda gemiler sokağın Rodrigonun gitar konçertosu sapağında gezgin roman düşkünlerine Babil kiralayan üstü başı yıldızlarla bezenmiş gök anneyi görünce gözlerimin dağlarında uyandı bir eşkıyanın bakışı masal, masal okunuyordu iç ülkelerde gün artıkları sakallarımın arasından bir kuş uçtu dış özgürlüğe duvarlara tasvirlemek istediğim imla hatalı düşler ve sırtımda yazılı pankartla koşmak hürriyet caddesinde avucumda bağımsız bildirileriyle halkların kardeşliği saçlarımda bütün insanlığın bayrağına bir dalgalanma toplumdan dışlanan çingenelerin, sabah ezanında lehçesi küfürlü esmer sesleriyle karşıladım İstanbul’u alaturka bir kitabın eskimiş yüzüyle bakıyordu bana yedi göz, yedisinde acı, yedisinde ihanet, yedisinde sus boşluklara kabile, kabile duygular gömüyordu tarihiyle bir genç kızın göğüs kafesinde sakladığı delikanlıyla -yaşasın aşkların barışı, yaşasın yasaksız sevişmeler.! diye haykırdığını ülkemin omurgasına tutunmuş acılarla ürpererek ve dudağımın u dönüşüne düşürerek gülümseyişi duydum, duyduk.! o İstanbul’du içinde uzuvları kardelenlere dokunan çocukları vardı sonra bir pencere, bir buğu, bir tahta sandalye taze anılarıyla boğazımdan geçen bir bardak çay sol elimin parmakları arasında gri bulutlu tütün ağacı yalnızlık suyuna yatırılmış şiirler tavanla, taban arasında arafın mahşer denklemleri çözmeye üşendiğim umuda kaç var şifreleri, ruh restorasyonu bağlaçlar kurarak kelime düşüğü manalar çıkarmak hayattan oysa gönlümce deli raporları okumak istiyorum paramparça edilmiş yırtık ömür notlarında altı çizgili en dramatik anlamların elinden tutmak istiyorum baharın bölücü sevmeleri değil, zemheriyle buz tutmuş hasretlerin ılık gözyaşlarıyla çözmesini istiyorum aşksızlığı, seviyorum ayrıntısızlığı aklımın bir motel odasına yerleşmiş adamın bavulundaki anılarından kent hikayelerime koleksiyonlar yaparak, kanatmak istiyorum beni bana kalan bayramların unutulmuş kartpostalları olsa da yinede telgraf tellerinden geçen kısacık uzakları özlüyorum Anadolu’nun bir kasabasında tabureye tünemiş ihtiyar gözlerle geçmişe dair yakılan, yıkılan ne varsa acıyarak görmek istiyorum yamalanmış bir yolun katranını ezerek geçen otobüsün insansız koltuklarından birinde cama asarak geçilen fotoğrafları ardıma hoşçakal niteliğinde bakarak bir terminalin küf kokusuyla gidilecek ütopyaların bilgesi, yaşamın sırlarında kaybolmak istiyorum ve sonra taş çürümesi günlükler radyoda ertesi yarın piyesli görünmez ses gölgeleri biter anlamsızlığıyla düne dönük yalpalamış enteresan hayaller bugüne dair yarın diye başlayan gerilimi yüksek ihtimaller başlar bir ben miyim diye başladığım her sorgulama cevapsız kavgalarımla bittiğinden artık tükenmeyi göze alıyorum yinede cebimde gönderilmeyi bekleyen mektuplar olabilir daha adı, sanı belirsiz şiirler aklımın karalama defterindedir belki doğmamış çocukların sevgiye ışınlanacakları bir dünya kadınların eteklerinde yenilenmiş yaşamla gülen hayat olmalı ne iklimler öldürdüm ne düşler katlettim ne kadar yitirdiğimi ben bile unuttum ne kalpler kırdığımı hatırlamak bir sürgündür vicdanımdan uzaklara şimdi öylesine topluyorum güvercin notlarımı alışkanlıkları olan ezber biatlı rezil değil ruhum herkesin bıraktığı bir ardı benim kendimi emanet ettiğim doğrularım var yanlışlarımı selamlayarak intihar etti güvensizliklerim artık koloniler halinde benlerimle mülteciyim şiirleri duygularıyla işleyen işçi şairlerin özündeki tapınağa bu kent bir mahzen her insan gölgesine, bir karanlık uzaklıkta ve kırmızı şarap eskiliğiyle söylüyor..merhaba..! |