AŞKIN USLANMAZ ÇOCUĞUŞiirin hikayesini görmek için tıklayın sevgide yanlış yapan
sadece şeytanı mutlu kılar... Hasreti isa düşün ki yaralısın düşler bulvarında bir akşam vakti sol ayağındaki çorabın teli kaçmış tenin terli düşüyor kaldırıma ilk vurulduğun yer orası değil aslında üzülmezdim bu kadar saçlarında güz sürgünü yağmurlarla çıksaydın karşıma kurşunların derisi soyuldu kuşatılmış bir gölgeyim şimdi tetiktedir gözlerim bir gölgeye gönül verdim bu ihanet değildir sana tek yürekle gelinmiyor bu aşkın üstesinden iki canlıyım seninle çırpınır şimdi hasretin ellerini alırım koynuma seninle yaşlanmayı göze aldım aşk denilen bu yolculukta insan severek de delirir delirir usta... İsa İnan ’ bende bıraktığın iz kadar büyürsün yüreğimde ’ Hasreti isa art arda flaşlar patlıyor yüzünde ve sen sevgiyi hâlâ hayata geçiremiyorsun gölgesinde bir güneş oturur gözlerinin güvertelerinde ayakların sürüklenir her renk maviye dönüşür sende adın ihanete yakın durur Schindler’in listesinde aşkın uslanmaz çocuğu koydum adını ve üç nokta yan yana yana yakıla düş kollarıma adın karanfillerle anılıyorsa hiç korkma aklında kasın diye nal çivisiyle çakıyorum adresimi alnına ben yeşil gözlerindeki aleve susayan erguvan günün dili ağır ağır susar akşamı bir mantarla zehirler zaman hangi öyküde rastlasam sana başını arka sayfaya yaslıyorsun yokluğuma da alış dayan biraz daha dayan mı diyorsun aşka dön yüzünü ki dağlar bizden cesur çocuklar istiyor rahminde bir urla beslense de acı dur çocuklara yoksa dünya baştan sona işgal altında yalnızlıkla nikah kıyılmaz usta göğüslerin ter içinde geçiyorsa geceden biliyorum benimle sevişmekten dönüyorsun gözlerinden şelaleler akarken ateşle yıkadım kirimi uykuların kaçırdı beni düşlerden seni umutsuzluğa yazmıyor bu kalem yanlışlarımı yüzüme vurma önce ışıkla gölgeyi buluştur gerisi bir buselik şarkıdır nihavent makamında çözüldü ipi şeytanların yeni piyasaya düşmüş bir akrep soktu geceyi zehirlendi uykular kaşlarının karşısında ölümün ateşkes ilan etmesi fazla sürmedi böyle bir savaştan ancak korkaklar sağ çıkar her kuşa bir ağaç düşerdi bir zamanlar şimdi herkes omuzlamış zamanı kendini taşır durmadan oysa taşıyamazdı bu su bizi fırat’tan geçerken daha çok yağmur diyor daha çok gözyaşı hiç bitmeyecek ayaklarında o yolların telaşı kendine kul yapmak için erken büyütüp yaşımı kiliseden bozma bir camiye eşek sırtında gönderdiler beni bu yüzden ömrüm hep pencere demirlerine asılı durdu fotoğraflarda bütün dalgaları tırnaklarımla ben söktüm kıyılardan bir boşluğa düştüm üstüm başım şiir daha ne kadar bekleyecek güvercinler bizi çatıda değil mi ki ayın altında sevişmeyi öğretti dudakların yaşam yanlış giydirilmiş bir kostümdü bana ölüm menziline yaklaşıyor bedenim geri sayım başladı gök kuşağında kaldı gözüm bak gölgeler yer değiştiriyor perdenin arkasında ayrılık gülleri hangi mevsimde budanır demiştin şimdi sus dilini sakla koltuğumun altında kurşun döktürdüğün gece yaralandım gözlerinde hamuru çamurdan yapılmış bir insan nasıl korkmaz yağmurlardan haydi oğlum isa kendi masalına tutunarak çık kuyulardan ne bir mermi soğur namluda ne de aşk yürekte doğum kadar ölümün de gidilmek için bir yol olduğunu seni sevince anladım oysa ne bilirdi işçi kız güzel kokmak için daha çok terlemesi gerektiğini iş gömleğinin bir tavas tütünüyle kokmayacaksa ellerin dumanı eksik olsun şu akıp giden şimendiferin yüreğinde aşk ateşi sönmeyen kaç kişi kalmıştır aramızda, eksilir bir yudum şarap daha dökülür bardağından yere yerde imgelerden sökülmüş kelimeler yığılır üst üste şair orada yarı ölü yarı diridir önce seni vuracak olan namluyu öp alnından tetiği çeken eli değil çünkü merhamet elde değil delikli demirdedir gece olmadan düş kurmak abdalların işi denize bakarak ucuz romanlardan kahramanlar çıkmaz at kendini haliç’e yaralı düşler can çekişiyor kederli bir yürekte dilsiz bir ay doğar pencereden gözlerin ıslatır geceyi acılar da dövüşerek kazanılır annen sana bunları öğretmedi mi sırları hep bodrumda bekleyen insan biraz da rutubet kokar bu yüzdendir denizleri görünce dibe dibe daldığı suyun yüzü bulanıktır böylesi zamanlarda en iyisi bir ustura gibi gecenin koynunda susmalı kederli bir sonbahar sabahında ellerin boş kalıyorsa son vapur çoktan demir almıştır yüreğinden hasretin belini kim sıvazlayıp yolcu eder artık uzaklara yalnızlığın kadar düşersin şarkılara renkler sürgün sayılırdı yurdunda bir bulut yığını inerdi suya şimdi bir rüyanın peşine takılıp gitmek kimin aklına gelirdi bırak uykularını okşasın ışık sürgünü papatya gurbet geceyi kuşların taşlamasıdır yıldız sanıp yüzümde sebepsiz gölgeler buruşuyor bir yalnızlığın kıyısında durmuşum elim yüzüm körebe yüzüm yılanla aynı mevsimde unutuluşun adı ayrılık ensemde şeytanın buz gibi soluğu her ses kuşu korkutmaya yeter bu yüzden uçurtmaları görmez gözleri avcı da avlanır iki gözüm çek git buralardan başka bir besteye yaz kendini akrebin kendini sokması korkaklık mı onur mu sorarım size bu sorunun yanıtı geldiğinde ben çoktan çıkıp gitmiş olacağım anılardan ilk kum saati denize düştüğünden beri zaman sütten kesilmiş bir at kırlarda can çekişmektedir şimdi bela bulaşıcı bir hastalıktır intiharı bilmez ellerim bir kızın göğüslerine dokunduğundan beri ay yuvarlanır giderdi de önümden ben kıblemi yalnızlığa dönerdim bir kadın güzelliğiyle değil gülüşüyle yer bulur yüreğimde içimden gizli gizli hep seni sevdim tanrının da rol aldığı bir oyundu hayat yaralı güvercinin sol ayağısın düştüğü yerde kendini arayan kül de kanar ki anka çıkar gelir bir deli ormandan öfke pas tutmaz bir yatağan bıçağı gibi diridir kaldı ki suç da taşınabilir bir eylemdir aynadaki yüze verecek hesabım yok hep peşin ödedim diyetimi ölüm bu yüzden hiç korkutmuyor beni İsa İnan ----30 kasım 2012 ----- ---- ----- ---Annem söylerdi bu gün doğduğumu ------ ------ ----şimdi kim anlatacak bana ölümlü olduğumu... |
Diline sağlık ustam...