Hardcastle Sarp Kayalıkları
Taş bir kentin siyahından ay mavisi dönemeçleri teyelleyerek,
Çaktı çelik sokakta ayakları Yankıların bir patırtısını, çakmaktaşı misali, Havanın çırasını tutuşturduğunu ve O karanlık bodur kulübelerin Bir duvarından öbürüne Yankının havai fişeğini salladığını işitmişti kadın. Fakat duvarlar tarlalara ve biteviye fokurdayan çimenlere Yol verdiğinde, öldü yankılar kadının ardında. Binmiş gidiyor dolunayın Işığına, yeleleri rüzgârda, Yorulmaz, bağlanmış, ayla çevrelenmiş bir deniz gibi Kımıldar köklerinde. O yarık vadide kenarda köşede kalmış Bir sis-hayaleti asılıp dursa da omuz hizasından Öne doğru, bildik tanıdık bir hayalete Dönüşmedi gene de, Ne bir sözcük ne de bir isim söyledi Kadının yürüdüğü o boş ruh haletine. Bir kere Düşle şeneltilmiş köyü geçtiğinde, artık düşü barındırmadı Kadının gözleri, ve uyku perisinin tozu Kaybetti parıltısını ayak tabanlarının altında. O uzun rüzgâr, yontup inceltti kadını Bir çimdik alaza, üfledi elemli ıslığını Kadının kulak sarmalına, ve balkabağından oyulmuş bir taç gibi Vantuz çekti Babil’i kadının kafasına. Kadının değersiz armağanlarına karşılık Sunulmuştu kadına bütün bu gece, ve yüreğinin Vuruşu bu tepelerin kamburlaşmış Lakayt demiriydi, ve meraları komşuydu Siyah taş üstüne konmuş siyah taşa. Ahırlar Korumuştu kuluçkadaki yavruları ve enikleri Kapalı kapılar ardında; çayırlığa çökmüş Mandıra sürüleri sessizdi kaya parçaları misali; Yünden yumaklarında taşa yaslanıp uyuklamıştı koyunlar, Ve kuşlar, dalda uyuklamaktaydı, giyinmişlerdi Granit yakaları, gölgeleri Yaprak kisvesinde. Bütün bu manzara Lenfin ve usarenin en erken hükmündeki Gözlerle değişmemiş Bir kadim dünya misali uzakta büsbütün belirdi, Kadının küçük sıcaklığının alazını Söndürmeye yeterliydi, fakat taşların Ve taş tepelerin ağırlığı kadını parçalayıp Bu taşsı ışıkta sırf kuvarsa ve kuma dönüştürmeden önce Geri döndü kadın. [1957] Sylvia Plath (1932-1963, ABD) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy |