Yaprağı avuçlayan rüzgâr
Anlamsız kaldırımı kucaklayan rüzgârın cebinde buldum kendimi.
Sen tutunduğu daldan düşmek üzere olan yeşil yapraktın. Mevsim ağır sancılar sonrası ölü bir umut sundu gökyüzüne. Sen sonbahara meydan okurken, ben umudu yalnızca türkülerde duydum. Öyle dokundu ki yürek yarama, yoksulluk tek tek kurşuna dizerken kahpeliği, düştün dalından sevdiğim. Seni sürükledi rüzgâr fabrika kapılarına Seni sürükledi rüzgâr ölüler mezarlığına Derken uzattı ellerini rüzgâr Ben fırtına sonrası, yalnızlığı anlatırken kırlangıçlara, dokundun sen gölgesiz yalnızlığıma, dokunması gibi yağmurun toprağına. Şimdi selamladım yüreğini Şimdi konuk oldun soframa.. Sabırsız bir âşık gibi Beklerim uzanacak ellerini Ve biriktirdiğin içli sözlerini. Yağan yağmur damlasına meydan okurken kerpiç damlar, Sana elleşmek isteyen gök gürültüsüne sıkıp yumruğumu, -Dur dedim! Nerden bile bilirdim ki; bu yüreğinin derinin fırtınasıdır. Şimdi belli belirsiz şimşekler toplanırken üzerime Ve ümitsiz çırpınışlarını sunarken kuşlar elektrik direklerine Ben derin yalnızlığın girdabında Can çekişen zavallı.. Anlamak için aşkı, ustası mı olmak gerek coğrafyanın? Ben bir çıraktım, yenildim aşk oyununda sevdiğim. Sen şimdi boy verirken toprağının en bereketli ağacında Sen minik serçeyi misafir ederken kucağında, Varoluş ilkelerinin eksik cümlesini tamamlarken insanlık Ben yok olmanın sahnesinde bir figüran Ben cefakâr ömrün tezgâhında yontulan adam. Var yaşlandır yüreğini kendi toprağında Var otur uslanmaz yırtıcı kuşların sofrasına, ama bırak kalsın düşlerin geride. Yine düşerse yolun, beklerim yargılarını kıramadığın rüzgârın kentine, Olur da cebinden yuvarlanıp düşersem bir misket gibi rüzgârın Dönüp ardını bakmadan, ezdirmeden solgun bedenini Uğra ilk gördüğün mezar taşlarından ibaret olan, sessiz kentin sokağına! Orada bir beni okuyacaksın, birde sol yanımda ismini Yaklaşma ve kaldırıp taşı bakma yüzüme! Utanırım, hatta kahrolur yanarım, Yanarsın Sen sonbahar mağduru yaprağım.. |