SİYAH KURDELALI KADIN
Peri masalından çıkıp gelen iki insan,
Her yanları acı, neşter kesiği. Biri ilham perisi aramaktaydı, Diğeri ikinci bir ölümü şereflendirecek avcıyı. Aynı gecenin uykusuzluğunda kesişti yolları Hüznün derinliklerinden bir adam çıkıp geldi Yumdu gözlerini kadın teslim etti benliğini, Siyah kurdelayla süsledi saçlarını tel tel ördü. İnce ve uzun parmaklarına dokundu kadın,avucunun içini öptü, Işığa yürür gibi derinden baktı geceden kara gözlerine. Kırık dökük bir bank vardı sol yanlarında, Dilleri lâl,iki lafı bir araya getirtmiyordu üstlerindeki efkar, Oturup çığlık çığlığa susmak en iyi bildikleri işti, Sustular... Ayrı ütopyanın piçleri kadar kanatılmıştılar, Mühürledikleri yerden açtılar suskunluklarını Organlarında yüksek derecede tahribat yaratmaya çalışıyorlardı , İçlerindeki acının yanında hafif kalıyordu hepsi. ’Söyle adam! Hangi acının hangi köşesine asayım kendimi de bitireyim bu ümitsizliğimi, yorgun bedenimi çürümüş ruhumu hangi toprağın altına gömeyim?’ Üstündeki hüznü çıkardı kadın. Cennetten kovulmuş Havva’ydı, Habil’iydi aşkın. İrem bahçelerini görüyordu adamın gözlerinde, Aşktan çatlamış dudaklarını usulca uzattı Şeytana uyuyordu ’Hadi beni baştan sev!’ dedi Sustu siyah kurdelalı kadın. Yoksunluk ve yoksulluk içinde birbirlerini pansumanlıyorlardı, Kanatılmış yanlarından öpüyorlardı birbirlerini. Kirpiklerini bütünleştirip; Varlıkla yokluk arasında şiirler yayılıyordu, Ruhunu teslim ettiğinde fark etti kadın. Sağırdı gece gözlü adam Aralarındaki sevda eşitsizliğini tamamlamanın mutluluğuyla gülümsedi Artık sadece siyah değil, ahrazdı kadın. Kendi ölümüne bile bir çığlık atamadı. Suna GÜLSOY |