4
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
886
Okunma
Sen,
uzun ve incecik parmaklarınla bir yıldız isen
dünyaya küsme!
Küsersen ağlar gözlerim denizlere.
Ben ağlarsam dayanamaz, çatlar atlarım koşarken
senin olmadığın kentlere.
Kapıyı çalmadan sin düşlerimden gerçeğe!
Sevaplarınla, günahlarınla bir alev
ve küllerinden doğacaksan yine;
upuzun saçlarına sar düne ait ne varsa,
yaşamak denilen yırtık bir sayfaya dök yeniden:
-ellerin belki de Cennet’in kapısına uzanmış
bir melek olduğunu unutacak kadar yaşamışken!
...
Bir gün hiç beklenmedik anıma gel!
Herkes gibi konuş, gül ve hatta;
bulutlar taşı uzaklardan gözlerine,
dudağınla emer gibi Ay’ın nurunu
uzun bir geceye sarıl tanıdık kokun ile!
Sen,
güzel ve narin isen gönlün gibi en içten,
susma mabedimde!
Susarsan içerim ölümüne.
Ben içerken ağlar ruhum intibahına aşk ile!
Tensiz maveralar doluşurken kirpiğine,
iner ezeli bilinmez bir sükut gri gölgene.
...
Bir gün hiç beklenmedik anıma gel,
kapılar birbiri ardına açılsın gülüşünle!
Bayat gülüşlerden sıyrılsın kanatlarımız,
gökse; mavi olsun en beyazından
ve çiçekler açsın morundan, siyahından...
sana takılan bir ’ah’ olsun nefesim
ölüme koşar ayak silinirken tüm ümitlerim.
...
Ya da hiç bekletme giden şu treni!
Beklemeleri sevmezsin, bilirim sevgilim.
Aşkın hiç olunmamış haline tak yüreğini,
zaferleri taklarla süslenmiş sokaklar bul gözlerimde,
aksın gözlerimden hayat .
Nasıl olsa sussam da bir konuşsam da;
gün acıya çıkarken her sabah sensizlik de!
...
Ve
parmaklarının arasında benden kalmış bir mektup
düşerken yaşlı toprağın üzerine light bir sigara
almaya üşengeç yanınla uyan şimdi!
Eylül’ler teninde konuşur sen gözlerini kaparken
her rüzgar yanağımı okşadığında artık seni bulurum
şahittir sabırla hasretinde yanan yüreğim,
yeter ki ayırma saçlarını geceleri tam on ikiden.
5.0
100% (11)