Şifa niyetinehayatın en can alıcı yeri işte sen , ben ve hayat önümüze upuzun serilmiş kırmızı bir halıda kurbağalar zıplamada elbette kalemlerimize saygı gereği cesetlerle örülmüş bir yol ve ıslanmış bulutlarda kahır yükleri beyaz güvercinlerin sırtında yükselmede maviliklere şen kahkahaları çınlatırken gönülleri kartallar yükseklerde avını arar keskindir gözleri neşe-i muhabbettir bu ağır tonajlı bir gemi kalkmış limandan ki seyrüseferi mutluluklardan yana istimini almış sağdan soldan her nereden ne bulduysa en çok da mutlu umutlu yarınlardan makine dairesinde aşağı kattaki tipler yine emre amade mümkün olanın en güzeliyle çalışmakta en güzeli yakalayacaklar her nasılsa güç makinelerde oysa yakıt önemli tabi mutluluklar daim olmalı bu etkin sömürücü bireylerde düzenin yakıtları nedir ki şen gülüşlerde gizli sömürü artıkları ruhsuz günahsız imgeler kalp gözüyle bakan ama göremeyen özünü sözünün menzilinden habersiz kör bir şairin isyanı anlamayamamak suç değildi oysa hiç birini anadilimden ürktüm bir an öğretsin bari birileri ana dilimizi bizlere tekrardan ezberleyelim divan edebiyatını divanlarda sürünürken yaz tatili imgelerin ortasında aramadığımız yer mi kaldı anlam neydi anlatılan neydi kimin eli kimin cebindeydi kimler kimleri mutlu etmişti kalemin ustalığında divan ( huzur - makam) edebiyatı ya da cahil deyimiyle saray edebiyatının divanlarda ehlikeyif dolduruşlarında tetikleri nice ağdalar yapılır ağdalı dillerle kese kese altınlar yağdırılırdı üstlerine en çok arapça, farsça, ibranice kelimeyi bulup buluşturup şiire dizi diziveren becerikli ustalara bilmek isterdi çocuklar halk edebiyatı diye bir şey varmıydı halkın konuşabildiği, anlayabildiği dilde şiir yazan halk aşıkları halk ozanları da neyin nesiydi yokmuydu bunların yatacak bir yerleri bir divanda mesela salına salına gezinir sık sık gerinir ortalıkta bir yılan ürkütücü bir hali yok aslında birbirimizden farkımız sokana değil sokulana bak demiş üstadımız halk deyince anlaşılan saray değildi o zamanlar şimdi saraylı olmuş halkımız tebrikler dillerine, kalemlerine de ben kimin yazdığını nasıl okuyup anlayacağım halk değilsem ben neydim ya da ne oldum sayenizde hangi hayatın imgesiydi bu bastığım ne ayak var nede el artık her şey yalanmıydı söyle sen bizi severdin bir zamanlar gizlemezdin asıl maksadını suret-i insandın dilin söyler yüreğin bakardı ama bizler seni yine anlayamazdık o zamanlar en keskininden görürdü gözlerin kasap vitrininde en göz alıcı parçalar hep sana zimmetliydi bizim bakmamız bile yasaktı sıra sıra o canım ciğerlere hep sen kurardın hayalleri biz can derdinde sıcak bir ekmeğin buğusuna odaklıklı mutlu hayaller kurardık oysa uzak itilmişlerde gözlerimiz kapalı bizde halk edebiyatıydı anlaşılır olan hayat sende divan edebiyatı gelişmişti heyhat hangi hayat bu söylermisin bana yaşadığım her neyse bumudur kastın yoksa kırmızı halıda kurbağalara mı daldın cesetler dizi dizi yol olmuş önümüzde saygı duruşuna mı geçmişler kanlı ellerimize bol imgeli çorba isterim bunca kederden sonra flu bir anlatımı soyut bir gözlemi biraz soğanı özledim işte mercimeğin kokusunda imgeli bir yaz çorbası yaptım kendime hem hayatın hem şiirin hem de imgelerin zührevi hastalıklarında şifa niyetine … Mert YİĞİTCAN 11 temmuz 2011 küçüksu / istanbul |