(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Göçük Altında şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Göçük Altında şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
“Bir Güzel” görmüştü insan. Eksiksiz, mutlak güzeli görmüştü. Ballar balını bulmuş, ballar balına banmıştı. Bir kere görmüş ama başı dönmüştü. Ondan başka hiçbir düşünemezdi artık… ondan başka bir şeyi göremez, Ondan başka bir şeyi soramaz, Ondan başka hiçbir güzellikle iliklerine kadar doyamazdı. Eksikliğini hissederdi hep bir şeylerin… “Dama alışan güvercin gitmez, gidemezdi. Kanatları sevgi ve alışkanlık bağı ile bağlıydı. Kendinden geçmiş gibi güvercinliğin etrafında dönerdi.”
Bu, “ Sonsuz Güzel”e “evet” demekti. Bu O’ndan olmaya, O’nla olmaya “evet” demekti.
Ruhlar âleminde, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına muhatap olan ve O’na “evet” diyen insan, rabbinden ayrılıp dünyaya gönderildi. Âlemi onun için, onu kendisi için yaratan Rabbi, ona ruhundan nefh etmiş sonra onu uzaklara salmıştı…
Artık arayan olmak düştü bahtına… Ona ait bahçelerde, onun bin türlü ziyafet merhalelerinden geçti, her merhalede hayret ve hayranlığı arttı, elindeki dar testiyi sonsuz deryalara daldırdı. İnsan arayan oldu hep, O aranan… Öyle ya, sonsuz, sonlunun kabına sığar mıydı hiç?
Sanki ney kesildi sazlıktan… Sanki membaından ayrıldı su… Sanki deryaya kavuşmak özlemiyle çağladı ırmak. Sanki ayrılık ateşleriyle göz göz delindi göğüs. Sanki, yerler, gökler bu ayrılığa ağladı… Ben dinledim, sen dinledin… Ney anlattı biz dinledik…
Karanlıkta kalan ve ruh darlığından canı çıkıyormuş gibi ıstırap çeken birisi gibiydi artık. Gözün gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktu kalbin Allah’tan.
“Sıkıntı, gündüzün nuruna kavuşmak isteyen gözün özlemindendi.”
Çaydan ayrılan toprak çoraklaşır, ırmaktan ayrılan su kirlenir, hava, cana can katan rüzgârdan ayrılınca kokar, ateş ocağından ayrılınca söner…
Mahiyetindeki her şey O’nu özlüyor, zamansız ve mekânsız diyardaki doymak istiyordu. İsteği, arzusu, her şeye elini uzatması bundandı. Bunun için çaldı her kapıyı… çoğu kez yanıldı, gördüğü başka şeyleri o aradığı güzel sandı, tuzlu su içmiş gibi için için yandı. Eline dikenler battı. Doymadı, dolmadı, bulamadı, eremedi, eridi. Damağında o günün tadıyla mecnun gibi dolaştı. Erdiği, ulaştığı her fani güzel; servet, makam, şöhret, sevilen; “ Ben O değilim…” diyerek terk ediyor, ayrılık tokadını vuruyordu. Istırabı ayrılıktan, ıstırabı bundandı. Aradığının o olmadığını anladığında yolculuğuna, özlemleri kuşanarak devam etti…
İnsan, bekaya âşıktı. Bu fıtratında vardı. Onun için sevdiği her şeyi bir nevi ölümsüz gibi vehmediyor, ayrılmayacak gibi seviyordu. Şöyle diyordu:
“Mademki insan ölümsüzlüğe âşıktır; öyleyse ilerlemeye çalışması da, hayattan lezzet alması da o ölümsüzlük düşüncesine bağlıdır. Ölümsüzlük ise Bâkî-i Zülcelal olan Allah’a aittir. Bâkî olan ve kâinatı isimlerinin tecellisiyle, görünmesiyle yaratan Allah’ın isimleri de bâkîdir. Bâkînin aynaları olan mahlukat, O’ndan gelen tecelliler daimi olduğundan ölümsüzlün rengini, hükmünü alır ve bir nevi ölümsüzlüğe O dilediği sürece sahip olur. Elbette insana en lazım olan şey, en önemli vazifesi, Bâkî’ye karşıalaka duymak ve isimlerine yapışmaktır. Çünkü ancak ölümsüzün verdiği varlıkla ölümden, yok olmaktan kurtulur. Çünkü Bâkî yoluna serilen her şey bekaya mazhar olur.”
Bir kere Rabbine “evet” diyen ruhun, ebeden ve Ebedi Zat’tan başka bir şeyle doyabilir mi? Sonsuzdan gelen ve sonsuzu isteyen yüzün namütenahi bir Güzel’den başkasına razı olabilir mi?
Senin duyguların içinde öyle bir duygu var ki, ebeden ve Ebedi Zat’tan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına bakamaz. Ölümlüye tenezzül etmez. Bütün dünyayı verseler fıtri ihtiyacına yetmez, seni tatmin etmez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır… Ey sen kişilik bunalımında kaybolan arayışında yorulan; ölümsüzlük duygusunun sesine kulak ver, ölümsüzü bul kurtul ikilemlerden… O’nu bilemezsen bilgin vehim, hikmetin illet, varlığın yokluk, hayatın ölüm, nurun karanlık, lezzetin günah, emelin elem olmaktan öte gidemez. O’nu bulamazsan her bulduğun sana düşmandır. Çünkü aradığın değildir o bulduğunu sandığın…
İnsan, sanal, kararsız diyar olarak nitelendirdiğim bu diyardan ayrılığa dayanamıyorken, ebeden, cennetten ve Bâkî-i Zülcelal’den ayrılığa nasıl dayanır.
ey ömrüm toparlanmışız haberimiz yokken ya ölüme varırız ya da yaşamaya…
Dersin ki dost yaşamak ölebilmek olmalı aslında
Çok güzel bir şiirdi... Nebihâ dostum da hakkını vermiş... Kutlarım her iki dostumu..
söz bitimi
sus başlangıcı…
kalbim hâlâ kımıldıyor
bim-ü ümid’le son defa
bir zikirlik daha atarsa
ve
vakit darlıkta değilse
merhameti doldurur mîzanı…
ey ömrüm
toparlanmışız haberimiz yokken
ya ölüme varırız
ya da
yaşamaya…
şiirdi..yorumdu..sevgi ve alkış bıraktım yürekten..çokcaaaa
kutladım iki güzel yüreğide