Yakılmış
Yakılmış
anlaşılmazlığın gösterişsiz kıyısında kadrini bilmediğimiz daracık sokakların o en samimi kasveti bir mutsuzlukta yol aldık öpülesi bu bizim tutukluluğumuz ayrılığı terk eyledik ilk mevsim yağmurlu sabahların ıssız koylarına ayak bastık beyaz bekleyişlere dokunmak için kıs kıs geçsin diye siyah hastalık gözlerimizde biriktirdiğimiz ilk mevsim yağmurlu yalnızlık balkonumuz güncel uysallıklara gösterecek bir yerim yok ömrüme kastetmişken hele bir de böyle çizgisiz denizliliğim ağlayışımın tüm yelkenleri fora beyaz yürekli iyi niyetli olağanüstü leyladır her nefes alışım susuşum başımı şöyle bir kaldırıp gökyüzüne senmişsin gibi bakışım ellerim ki çıkrığı maviler ülkesinin ilkesiz nerde akşam orda aykırı bu sevda anlaşılmazca yıkık yılkısı yakınca genzimi veda tadında durgun sudan sıkılmış bir göl gibi nefesimde bıraktığının koridorları ıslak mevsimleri şımarık yalnızlığımda neye dokunsam kenar mahalle temmuzu neye tutunsam incinmiş bileğin neye yaslansam saygısızca dağların önü başaksız bir senesi toprağın saçlarından gerisi... yakılmış türkülerden ötesi sesimdi sana uğrak gönül evine nazının hasretli bağrıma açık hava saplı uzakları dost tuttum ölümüme avare... ve ağrıma gidiyor bulutların hızı erişemeyince nefesine nefesim çağıldayan bir alev özenince ağıtlarıma dişlerini sıkar azrail düşmeye görsün üzerime belanın hıncı sensizliğimi sakınıyorum kem gözlerinden karanlıkların ve yakılmış türkülerden ötesi sesimdi seniyse korkuyorum düşünmeye yetmez de alınır diye direncine dizlerimin nahoşluğu toz toprak kuş uçmaz kervan geçmez yolların... sonra kim eder sözünü mecnun’un hangi yoksulun ısıtır içini kerem’in ateşi hangi dağın ferhatlı muştusu erişir son çaresine hangi su dipsiz kuyuda demlenir züleyha’nın yusuf’una... yakılmış türkülerden ötesi ardındı ardından ötesi sonsuzluk sonsuzdan ötesi taze rüyası güzelliğinin... sen gidince bir ben kalırım geride ben gidince tüm ayrılıklar... Kağan İşçen |