Okuduğunuz şiir 30.9.2010 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Deniz
AYAKÜSTÜ SEVİŞMELER
’ aşk sevdiğini sorgulamadan sevmektir ’ Hasreti isa
sırtımda bir kambur gibi taşıdığım hasretin aylardan eylül sonrası kavgayla buluşma vaktinde yüreğim
tarih şafaklarda sallanan bir idam mahkumu söyleyin aşktan da asarlar mı insanı ben tıka basa sevdalıyım aşığım adam akıllı
özlem çığlığı düşmüş yollara küllerin ortasına sızan şarkılar dudaklarında yaz yapraklarını dökmeye hazırlanıyor öpüşürken ayak üstü sevişmelerde ölüm üstüme yığılıyor
bir çocuğun boğazında kalıyor anasından emdiği süt telaşlanıyor sonbahar saatler sabırsız bedenin ihanet topu şair anarşisttir şiir gerilla bazen bir imgede boğulur bağlama
durgundur dumanlı çayırların üstündeki bulutlar sazlıklarda saklanır kuşlar bir çift el bekler pusuda çıplak gölde yüzen bir balıkçı söver ana avrat kaçırır dağlara bakışlarını
yağmurlar geceyi basardı ben susardım sana ölümün hükmü geçerdi sokaklarda karanfiller uğurları karanfiller denizleri karanfiller faili meçhulleri hatırlatırdı bana
felç olmuş yalnızlıklar ülkemde büyürdü oysa
yürüdüm derme çatma dualar ortasında ortasında kanadı kırık bir uçurtmaydım üzgün çocukları doldurdum göz çukurlarıma
aşk şiiri örgütlemektir hayata karşı aşk ayakta durmaktır herşeye karşı aşk çığlıklarında kazanabilmektir insanı kısacası aşk ’ hızla giden bir trenin makas değiştirebilmesidir yüreğinde ’ aşk kalmaktır çaresizliğin ötesinde
yarına dönmek için çok geç değil mi can
git can çiçeğim umut yok git sensizliğe dayanamam bir insan unutulmak için mi sever bunca zaman
İsa İnan
Deniz hanıma çok teşekkürler.
şiirime değil şiirlere emek verdiğiniz için SEÇİCİ KURULA çok teşekkürler. saygılarımla
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
AYAKÜSTÜ SEVİŞMELER şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
AYAKÜSTÜ SEVİŞMELER şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
merhaba güzel insan çok teşekkürler aşkı aşk yapan da biziz aşkı yürek sancısı yapan da çünkü hala sevmesini öğrenemedik bazıları sevmeyi günübirlik heves sanıyor oysa aşk hisssetmektir sevdiğini yüreğinde bu yüden herşey yarım yamalak aşkla kalın
merhaba güzel insan çok teşekkürler aşkı aşk yapan da biziz aşkı yürek sancısı yapan da çünkü hala sevmesini öğrenemedik bazıları sevmeyi günübirlik heves sanıyor oysa aşk hisssetmektir sevdiğini yüreğinde bu yüden herşey yarım yamalak aşkla kalın
aşk şiiri örgütlemektir hayata karşı aşk ayakta durmaktır herşeye karşı aşk çığlıklarında kazanabilmektir insanı kısacası aşk ’ hızla giden bir trenin makas değiştirebilmesidir yüreğinde ’ aşk kalmaktır çaresizliğin ötesinde
yarına dönmek için çok geç değil mi can
git can çiçeğim umut yok git sensizliğe dayanamam bir insan unutulmak için mi sever bunca zaman
SİZİN YÜREĞİNİZE, SEVGİLİ DENİZ HANIMIN NEFESİNE SAĞLIK .ÇOK ÇOK MÜKEMMEL DİZELER.GÜNÜN GÜZELLİĞİNİ HAK ETMİŞ GEÇ KALMIŞLIĞIMIN ÖZRÜ İLE TEBRİK EDİYOR BAŞARILARINIZN DEVAMINI DİLİYORUM DEĞERLİ DOST YÜREK.SELAM SAYGIMLA..
‘’ Şiir, benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni
ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim
kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir, benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni
ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim
kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir, benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni
ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim
kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir, benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni
ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim
kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim harika idi usta......
öyle bir gül ki isa kıskansın çarmıha gerilmişlikden korksun ademler hey hatttt bağırsın durgun sular dilşah olsun gülümse usta,gülmek yaraşır adam olana
‘’ Şiir, benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni
ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütüyor gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara denizleri varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim
kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
'''yağmurlar geceyi basardı ben susardım sana ölümün hükmü geçerdi sokaklarda karanfiller uğurları karanfiller denizleri karanfiller faili meçhulleri hatırlatırdı bana'''
Buraya bakın,burada, bu kara mermerin altında,bir teneffüs daha yaşasaydı,tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür..Devlet dersinde öldürülmüştür.!
Uğur'ları,Deniz'leri ve daha nicelerini unutmayan duyarlı yüreğine sonsuz saygımla İsa..
’’Asuman Digriyan Li Ser Qosere,Di Vazde Sal u Sezde Gulle, Ev Çawa Adalete.!''
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Aşka özden özümsenesi bir bakış Etkili ve derin O derinlik yüreğe dokunan dizeler. Bir dost İSYANIMIN ADI AŞK demişti biraz da öylesine duygular şaha kalkmış dizelerde. Yer yer sitemler de olsa adı AŞK AŞK ŞİİR Ve de şiire aşık bir güçlü kalem Emeğinize yüreğinize sağlık İsa bey Beğeniyle paylaştım güne düşen güzelliği Deniz hnm da gerçekten duyumsayarak özümseyerek seslendirmiş.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Hayır...Demek istediğim lüzumsuz bir sürgünlüğün içine gömülüyorsunuz ve okuyankarı da dayanılmaz hatırası sönük,seyri ve rengi basit badirelere sürüklüyorsunuz...
hAYATIn işçisi olarak bizi kahreden hayatta insanı gülümsettiren şaşkınlığın sebebi mecazen de olsa benim olsun...Affedin..
merhaba istemeyen ıslanmak istemez tıpkı sizin okumaktan sıkıldığınız gibi içeri kaçın ıslanmazsınız aşkla kalın hep kurduğunuz düşte bıraktığınız gülüşte kalın
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Öncesinde, büyük beğeniyle okuduğum bir 'Şiir' güne düşmüş, layıkıyla, hakkıyla.. Tebriklerim çokca.. Aşk bıçak yarası gibidir Sn. Şair, acısı geçse de izi kalır... Deniz Hanım'ın tonlaması, vurguları ve doğal/içten seslendirmesiyle daha da bir lezzetlenmiş dizeler.. Kutlarım yazan/yorumlayan yüreği/kalemi.. Saygı ve sevgilerimle...
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Önce tebrikler, sitede eleştirel yönde yapılan yorumlar pek sevilmese de ben aklımdakini yazacağım.
Okurken çok bilindik gelse de yine de kulakta bir nağme bırakıyor şiir. Ama içerikle beraber değerlendirince, konuda sapma ve uzunluktan dolayı dağılma var. Konu çok genele yayılmış ve bir nevi manifesto havası veriyor şiir.
Kötü mü ? asla değil
ama bence çok da uçmuyor şiir.
Selamlar..
kenya64 tarafından 10/1/2010 2:17:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
git can çiçeğim umut yok git sensizliğe dayanamam bir insan unutulmak için mi sever bunca zaman.....Şiir gibi şiir di be dost yüreğinin sesi var olsun sevgilerde kal...
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Usta şair engin dizelerinde kaleminin eşsiz tınısı şiir diye özüyle, sözüyle akıyor Değerler kişilere ve hayatin tüm imgelerine göre farklıdır.Engelin kucağında dimdik duran sadece yürek gücüdür...Kutluyorum güne yakışan bu güzel mısraları ve yazan yüreğinizi ayrıca şiire ses ve nefes veren Deniz Hanımefendiyede çok teşekkürler ediyorum saygımla tebriklerimle...
HER ŞEYİN GÖNLÜNÜZCE GERÇEKLEŞMESİ DİLEKLERİMLE KUTLUYORUM..
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
yağmurlar geceyi basardı ben susardım sana ölümün hükmü geçerdi sokaklarda karanfiller uğurları karanfiller denizleri karanfiller faili meçhulleri hatırlatırdı bana
felç olmuş yalnızlıklar ülkemde büyürdü oysa ............... Yaşamın farklı konularında ve şiirin yaşanası kollarında bir ozan çığlığı. Müthiş keyif aldım. Şiire can vermiş yüreklere teşekkürler. Şiir adına.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
sevgili İsa... senin hemen hemen yazdıklarının çoğunu okudum fark yarattığını biliyorum şiirde ama bu şiir klişe imgelerle her zaman ki şeyleri başka bir pencereden üstelik değiştirmeden önümüze koymuşsun bana göre. Oysa senin gibi iyi şairler her zaman yazdıklarının üzerine çıkmalı. Kesinlikle şiir olsun diye yazmamalı, boş yazmamalı. Karanfiller, faili meçhuller falan, kaç defa anlattın bunları üstelik içi doluydular, şimdi ise boş gördüm malesef...
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Bu şiiri okudum dört kere sonra aşka dair şiirleri fazla hoş karşılamasam da şairin diğer şiirlerine bakınca doğru yerde iyi şiir okuduğumu anladım..
Aşka dair şiir yazarken sıra dışı imgeler ve kurgu kullanması tarafındayım şairin; eğer şiire ilk dizeden başlayıp istediğim sesi yakalamıyorsam o şiir bana göre şiir değildir..
Beğenerek okudum sanırım takibe almak zorunda olduğum bir usta kalem daha buldum ..
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Değerli kardeşim, bir konuya karar verip sürekli o konuda yazmalısın fikri oldukça kısır geliyor bana. Bir insanın hayatını etkilemeyen bir şey gösterebilir misiniz? Bu nedenle alkışlıyorum sizi ve başarınızı. Oldukça güzel ve etkiliydi. Seslendirme de apayrı bir güzellik katmış. Emekleriniz için teşekkürler. Özen için teşekkürler. Selamlarla
Tamam kardeşim hata bizde,biz 25 yılımızı boşuna vermişiz bu işe,boşuna binlerce talebeye edebiyat anlatmışız;sizler bu işleri çok güzel öğrenmişsiniz aynen devam.
Rüzgâr akar gider, aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla. Ağaçta kuşlar cıvıldaşır : kanatlar uçmak ister. Kapı kapalı : zorlayıp açmak ister. Ben seni isterim : senin gibi güzel, dost ve sevgili olsun hayat... Biliyorum henüz bitmedi sefaletin ziyafeti... Bitecek fakat...
Nazım Hikmet Piraye şiirlerinden
************** Sizin deyiminize göre tam bir çorba
Doğa, özgürlük, sevgili, hayatın zorlukları, sefalet, güzele tutku ve dost arama,sevgiliye kavuşma umudu vs. ne ararsanız var. Sizin tarif ettiğiniz şekilde bir şiir tarifi yok. İyi inceleme yapın derim. Ana tema içinde çok şeye vurgular yapılır şiirde. Tek bir kelime ile bile bunu başarırsınız. Öyle bir yere koyarsınız ki o sözcüğü birden çok anlamları içerir. Yazılar bölümünde "Beş boyutlu imgeler" şiir tahlili var, bir sözcüğün kaç anlama geleceğine ufak tefek örnekler var orada.
Kaba bir hitap kullanmaya gerek yok, burada hepimiz birer üyeyiz. Sizinle bir tanışıklığım veya arada bir konu geçmedi şimdiye kadar. Fikrimi söyledim. Yazılı olarak belki yanlış algılanıyordur, sözlü olarak böyle kaba hitap kullanamam ben. Yalnızca yazı ile iletişim yanlış yargılara sebep olabiliyor. O an aklıma gelen bir fikir paylaşımıydı. Bu kadar alınacak konu neydi anlayamadım. Gereksiz hakaretler yapmışsınız.
İşler böyle yürüyorsa sizde çevrenize kör sağır toplamayı başarın madem. Neden üzmeyi tercih edersiniz ki üç günlük dünyada?
Bir konuda karar verip ölene kadar aynı konuyu yazın demedim.Şiiri aşure yapmayın,dedim.Ya aşk şiiri ,ya gurbet,ya siyaset...vs temalı şiir yazın dedim.Temaya karar vermezseniz bu olsa olsa aşure olur.Her dağdan bir kesek de derler Maraş ellerinde.Ben de bu siteyi anlamadım;bazen çok üst düzey şiirler yayımlıyorlar,çoğu zaman da öksürükten tayyare şeyleri şiir diye önümüze koyuyorlar;lakin değişmeyen adeta bir cemaatı andıran nedensiz onaycıların" ayıldım şair,bayıldım şair" türünden yorumları.Daha da fecisi bu çapsız yorumların etkili yorum ilan edilmesi,ee ne diyelim körler sağırlar birbirini ağırlarmış.
merhaba güzel insan çok teşekkürler şair özgürdür derler sonra da kalıplara sokmak isterler bu güne kadar beni anlayan ilk siz oldunuz sağolun yaşam tekdüze mi ki belli bir konuda kalalım o zaman şiire ne gerek ver oturup günlük ya da öykü yazalım kaldı ki öykü bile sınıf atladı saatlerce yazmak yerine iki satırda başlayıp bitiyor şiir de neden olmasın aşkın içinde bile tonlarca şey yok mu yürek yoldaşı olduğunuz için çok teşekkürler aşkal kalın
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
burada bir klavye hatası olmuş sanırım, kurul ve okuyucununda gözünden kaçmış.
hatırlarırdı -----> hatırlatırdı...olmalı gibi gözüküyor şiirin akışına göre.
şiirde ise, duygu ve imgelem genel anlamda iyi olmasına rağmen insanın aklının karışmasına ve dikkatinin dağılmasına neden oluyor zira bir çok konu anımsatması var, yani şiiri okurken çeşitli olaylar ve oluş şekilleri gözümüzün önünde canlanıyor ve ister istemez şiirin ana fikri dağılıyor.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Değerli dost uzun zamandır dizelerini okuyamamıştım. Hayatın keşmekeşliğinde şiire uzak kalmıştım. Sayfanda yine şiire doydum. Seslendirme yapan yüreğe de teşekkürler. Güne yakışmış tabi. Kal sağlıcakla.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
bir çocuğun boğazında kalıyor anasından emdiği süt telaşlanıyor sonbahar saatler sabırsız bedenin ihanet topu şair anarşisttir şiir gerilla bazen bir imgede boğulur bağlama
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
yürüdüm derme çatma dualar ortasında ortasında kanadı kırık bir uçurtmaydım üzgün çocukları doldurdum göz çukurlarıma
aşk şiiri örgütlemektir hayata karşı aşk ayakta durmaktır herşeye karşı aşk çığlıklarında kazanabilmektir insanı kısacası aşk ’ hızla giden bir trenin makas değiştirebilmesidir yüreğinde ’
sevgiler aga...:)) ötesi yok bu söylemin...başka nasıl anlatılabilirdi ki AŞK...
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
yağmurlar geceyi basardı ben susardım sana ölümün hükmü geçerdi sokaklarda karanfiller uğurları karanfiller denizleri karanfiller faili meçhulleri hatırlarırdı bana
felç olmuş yalnızlıklar ülkemde büyürdü oysa
yürüdüm derme çatma dualar ortasında ortasında kanadı kırık bir uçurtmaydım üzgün çocukları doldurdum göz çukurlarıma
aşk şiiri örgütlemektir hayata karşı aşk ayakta durmaktır herşeye karşı aşk çığlıklarında kazanabilmektir insanı kısacası aşk ’ hızla giden bir trenin makas değiştirebilmesidir yüreğinde ’ aşk kalmaktır çaresizliğin ötesinde
EWET..HIZLA GİDEN TRENDE YAPABİLİRMİ BUNU?ZOR OLUR TAHMİNİM BAŞKA BİR RAYDA BAŞKA İSTİKAMETTE..YÜREK TAŞIRKEN BİRDE..AŞKI İÇERİSİNDE..SÜPERDİ...
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Merhaba, seslendirme konusunda başarısız bulduğunuz noktaları biraz açarsanız, o konularda daha dikkatli olurum bundan sonra... Her türlü eleştiriye açığım... diksiyon mu, telaffuz mu, vurgular mı, ses kaydı mı, diyafram kullanımı mı, müzik seçimi mi, veya başka birşey mi beğenmediğiniz lütfen açıkça yazın, sevinirim... Her şey şiir için, kötü okuyarak şiirlere ve şairlere saygısızlık yapmak istemem... Önerileriniz için şimdiden teşekkür ederim.. Saygılar...
aşkkkkkkk..ey aşk sen nelere kadilsin sen olmayanları oldurur olanlarıda yok edersin.siyahı beyaz beyazı siyah yaparsın..sadece zaman geçer..avuçlar boşşş
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
Bir kamburun kavgalı mısraları söylenmeyen sorulur tıka basa sorgulama şiir şiir çığlıklar öleni sayıklıyor yaprak döküldükçe ölümler çoğalıyor usumda sonbahara sabırsız telaşlar düşüyor anarşist imgeler duruyor alnımın ortasında pusularda balıklar balıkçılar av mı ne yağmur geceye hakim susku kırmızı karanfillere felç bakıyor derme çatma dualarda üzgün ve özlemli çocuklar büyüdükçe çaresizlik deminde yürek yarına geç değil bencesi umut her zaman hakim unutulmak için hiç kimse sevmez ... Fuzuli der ki;"Aşk içre azap olduğu bilirem kim Her kimse ki âşıktır işi ahü figandır" Eyvallah şiirdi deminde. Tebriklerimle.
Hazal Karadağ tarafından 9/30/2010 9:21:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
git can çiçeğim umut yok git sensizliğe dayanamam bir insan unutulmak için mi sever bunca zaman Müthiş imgelerle döşenmiş harika bir şiir,son kıtası en vurucu yanı git...tebrikler,selamlar .
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
MERHABA USTA AŞK NERDİR USTA KAFAMI KARIŞTIRDIN?:)))))) YİNE BİR İSA İNAN KLASİĞİ USTA VALLA ASILMAY BİLMEM AMA AŞK YÜZÜNDEN İNSANIN BAŞINA GELMİYOR KALMIYOR ASILMAYI BİLE YEĞLEYECEK KADAR HER ZAMAN HAYARANIYIM ŞİRLERİNİN BİLİRSİN HELEDE GÜZEL SESLİ DENİZİMİN SESİNDEN DİNLEMEK ŞİİRN TADI GELMİŞ USTA DENİZİN DALAGALRINDA GÜZEL BİR ESİNTİ SANKİ AYLA DENİZİN RAKSEDİŞİ GİBİ AKIYOR SESİ DENİZİM KUTLARIM .SENİDE CANDAN KUTLARIM USTA HER İKİ GÜZEL YÜREĞİ AŞKLA KALIN :) SAKIN YALNIZ KAMAYIN EMİİİİİİİ)::)
valla ben boşuna sevmem bir insanı can arkadaşım çokkkkkkkkkkkk teşekkür ederim biliyorum yüreğin sesinii nasıl mutlu ettin beni bir bilsen bunlar benim için çok güzel bir armağan hep saklayacağım teşekkürler arkadaşım var olsun yüreğin sen hep yaz AŞKLA KAL ama sakın yalnız kalma be usta
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
aşk şiiri örgütlemektir hayata karşı aşk ayakta durmaktır herşeye karşı aşk çığlıklarında kazanabilmektir insanı kısacası aşk ’ hızla giden bir trenin makas değiştirebilmesidir yüreğinde ’ aşk kalmaktır çaresizliğin ötesinde
yarına dönmek için çok geç değil mi can...............hiç birşey için geç değildir son nefes verilmediği sürece...
yalın ayak koşuyordu kadın geç kalmamak adına bir şeylere görülmemiş düşleri yakalamk için acı bir siren sesi gibi çınlıyordu kulakları biliyordu ... yar onu anıyordu ve nefes nefese koşuyordu geç kalmamak adına aşka...................EZGİM/ce...uğradım şiirle derin bir nefes aldım be usta
yine coşmuş deli yürek:) bir de deniz'le yankılanınca gönlümüze... mest olduk yine teşekkürler size
EZGİM tarafından 9/30/2010 1:35:37 AM zamanında düzenlenmiştir.
ustaa sen neyaptın böyle ?? bu nasıl güzel bir armağandır bu nasıl güzel bir teşekkürdür şimdi ben nasıl teşekkür edecegğim diye düşünmeye başladımm ((yok kestane şekerleride az gelecek)) muhteşem bir şiirle bize geldin sen hep gel şiir baba:))
HERŞEY GÖNLÜNCE HESAPLAYAMADIĞIN DÜŞÜNEMEDİĞİN KADAR GÜZEL OLSUN...SAYGILAR SELAMLAR BURSA'DAN
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
bir çocuğun boğazında kalıyor anasından emdiği süt telaşlanıyor sonbahar saatler sabırsız bedenin ihanet topu şair anarşisttir şiir gerilla bazen bir imgede boğulur bağlama
aşktan anamızdan emmidiğimiz süt burnumuzdan geldi be usta ne olur katli vacip deyin bana öldürelim el birliği ile usta aşk kalmasın analı babalı öksüz olsun devrimleri örgütlenelim mi usta aşka canlı kalsın, ama kanı olmasın kokmasın isyan, ihanet gelsin tezveren dedenin elleri aşk utansın be usta bize dokunmasın unutulanı silelim dünlerden aç perdeleri,asıl güne asıl ki sökülsün aşkın piçliği fırlatalım deli bakışları yapış yakasına hesap soralım aşka yetim öksüz kaldı nede olsa çare biz kalalım aşka bu sefer bu sefer diyelim olay olay başka unutana çak bir kirbit at denizlere tutuştur bak alevine seyret delice aç bir şişe şarap deymesin kimse keyfine usta,ne olcak bu halin senin bizide şair ettin...
acizane anlıktı..
Denize çok teşekkürler kıymetli yorumuna ..gene güzel bir şiir oldu ..ustam..kadim dostum,öğretmenim
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
git can çiçeğim umut yok git sensizliğe dayanamam bir insan unutulmak için mi sever bunca zaman
merhaba aşkın ordinaryüs şairi.. merhaba şiirin gerilla lideri.. öldürdün be dost.. sen ve deniz.. aşka ve şiire hevesli yüreğimi.. bir tek şiirle terörize ettiniz.. ikinizi de yürekten kutlarım.. sevgim ve saygımdasınız.. kurdelem bu şiire..
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
tarih şafaklarda sallanan bir idam mahkumu söyleyin aşktan da asarlar mı insanı
Ne diyorsunuz? Asıl aşktan asıyorlar insanı. Sevdadan. Sevdanın her türlüsünden. Sevda bile reçetelere bağlanacak yakında. Şuna sevdalanabilirsin, şuna sevdalanamazsın. Aşk ise ulemadan sorulacak! İşimize gelirse! ...
Çok, çok güzeldi. Elinize sağlık. Biraz siyesete kaçtık sanırım ama! ... Özürlerimin kabulü dileğiyle. Saygılar
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
‘’ Şiir benim içimde yüzen bir deniz siz nereden bileceksiniz ‘’ Hasreti isa
gözlerin yaralı yüreklerin uzaklaştığı bir kıyı kıyısında ellerin musalla taşı sılana taşınır tabutum içinde kaç bin yıllık günahlarımın ağırlığı ağırlığınca ağlarsın gözyaşların başlatır yağmurları
kandili kırık bir geceydi bedenimdeki kuyudan su çekiyordu birileri araf’ta bir bedevi azat ediyordu seni ikiye bölünürdü gece kafka’nın güncesinde
kabus gibi girerdi imgeler kendi cehennemine
ruhundaki derin uçurumlardan düşüyorsa bir adam güneş erken batar orada orada bir bektaşi bekler başında
eteklerini kaldırma öyle şeytanlar düşecek peşine
ihaneti erken öğrendi alnımdaki terler emekledikçe emildim düştüğün sokaklarda yolunu şaşırırdı bebekler
pörsüyen yüzümü elbirliğiyle adımlıyor ırgatlar içimdeki yasaklı bir sevdayı büyütür gülüşün ay gökyüzünü kapatan bir yara yara yara varılacak bahara yüreğimdeki çivilerle duruyorum ayakta
akşamlara kapalı oda sıcaklığında sesin ben hâlâ elvedalara el kaldırdığın yerdeyim yanlış adreslerde kurulan şehirlerle aynı sokağa çıkardı kalbim kaç kez aynı öznenin gözlerin beyazlığında gecelemişim
çekildi gurbetine geri şaman kadın artık mahşerde kavuşuruz dedi zaten ne olduysa ondan sonra koptu kıyamet
gölgeler daha ne kadar taşıyabilir seni gerçeğe söyle nakkaş usta ‘’ teraziler günahları da tartar mı söyle ‘’ bütün dinler doğuya açarlar ellerini ben aşkın havarisiydim abdal’dan da önce
dünya bataklıkta çiçek açar hayata sen saksıda cudi’ler çöl oluyor koynumda isa’nın çarmıha kendini astığı söyleniyor halk arasında ateşin kökü güneşe mi uzanıyor yoksa bir deniz devrilir dalgaya martıların kanatlarında kan lekeleri köpükleri alır kucağına arasında bir süryani kafa tutuyor meryem ana’ya
bir dünya nasıl kaldırır onca pisliği uyandırmaya korktuğumuz bir rüyaydı zaman sonsuzlukla ayna kaba işiyor bendeki uzaklığın doğru tek ise bir yerde eğilmesini de biliriz biz her mevsim yaprak döken bir ömrün gölgesiyiz
göz çukurlarıma
Doğamızda sevmek varda, doğa sevdiklerimizi neden elimizden alır ki;
Aşk=bir ömür yürek sancısı